Hannover, Herschel Strasse12.07.2012

 

Arif Altunbaş

Hannover bakımlı, temiz, sessiz, sakin ve güzel bir Almanya şehri. Bazen Bahri ile bazen yalnız şehri tanımak için boş zamanlarda dolaşıyordum.


İlk hafta Inlingua dil kursuna yazıldım Almanca öğrenmek için. Ucuz 3. Sınıf bir dil kursuydu. Haftada 2 gün ikişer saatlik dersler halinde Almancayı öğrenmeye başladım.


Çok boş zamanım vardı. Daha çok kitap okuyordum. Lise ve Orta Okula giden Camii cemaatinin gençlerine caminin bir köşesinde dersler vermeye başladım .

Bahri de gençlere Teakwan do öğretmeye başlamıştı ben gelmeden önce. Daha sonra oraya spor için gelen gençlere de dersler vermeye başladık.


Camide yaptığımız ders halkasında 15'e, spor salonundakiler ise 50 kişiye ulaşmaya başladı. Spora gelen gençler zamanla Camiye de geldiler.


Grup içinde lider olma özelliği en uygun tip Halimdi. Bahriye onunla özel ilgilenmesini ve ona sorumluluk yüklemesini söyledim. O da aynısını yaptı bir müddet sonra Bahriden sonra Halim de Hannoverdeki çalışmalarımızın grup liderlerinden biri oldu. O zamandan başlayan bu koşu kar topu gibi yuvarlanarak büyüdü.


Ders halkamız her gün biraz daha kalabalıklaşmaya başladı. Bahrinin Teakwon do öğrettiği küçük yer de gençlere dar geliyordu. O yeri değiştirmesini söyledim Bahriye.. Kısa zamanda başka bir yere taşındılar. Artık bir de spor salonumuz vardı.


Buraya gelen gençlere de önce dini, sosyal ve kültürel dersler veriyor, daha sonra da spor eğitimine alıyorduk.


Kısa zamanda güzel bir gençlik çalışmasına başladık. Duyan katılıyordu çalışmamıza.. Hannove'rin her yerinde duyulur olduk.


Bu çalışmalarımız devam ederken Inlunguaya da devam ediyordum. Yabancı bir ülkede yaşıyorsanız oranın dilini bilmek zorundasınız. Haftada üç gün gündüzleri saat 14 ten 16 ya kadar kurslara devam ettim.


Camiyi Türkiye'den gelen işçiler kurmuştu. Herschel Strasse Camisi olarak biliniyor. Bahnhofa (tren istasyonuna) yakın olmakla meşhurdu.


Gençler ile ilgilenmemiz ve her gün gençlerin sayısının artması yönetimden bazı kişileri rahatsız etmeye başladı. Halbu ki çocuklarını sokaktan, diskoteklerden, başı boşluktan kurtarıp hem spor, hem de eğitmeye çalışıyorduk. Neden rahatsız olduklarını daha sonra anlayacaktık… Cehaletin ve taassubiyetin verdiği korkuydu onları rahatsız eden duygu.

 

Kimse neden rahatsız olduğunu söylemiyor, dile getirmiyordu. Üstelik para da istemiyorduk velilerden. Öğrencilerden alınan 10 Mark spor salonunun kirasını ödemeye yetmiyordu.


Bahri ile ikimizin ayrı bir yatakhanesi yoktu. Yatsı namazından sonra Mescidin içinde, halının üzerinde yatıyorduk. Soğuk havalarda üzerimize örtündüğümüz birer eski battaniyemiz vardı kendimizi ısıtmaya çalıştığımız. Hava çok soğuk olursa sırtımı kalorifere yaslar, battaniyeyi de ön tarafıma örterdim üşümemek için. Bir tarafımız kalorifer ısısından yanar, öte tarafımız soğuktan donar bir vaziyette sabahlardık.


Yemekhane ve kantini işleten Adanalı yaşlı bir Hacı ağabey vardı. O bizi para almadan yedirip doyuruyordu. Geliş sebebimi oradaki yetkililere söylememize rağmen pek ilgi duyan ve ilgilenen olmadı.


Yönetime hiçbir yük olmamamıza rağmen benden rahatsız olduklarını fark ettiriyorlardı. Anlamamazlıktan geldim sürekli… Kovsalar da zaten nereye gidecektim. Allahtan başka dayandığım, Bahriden başka tanıdığım kimsem de yoktu.


Benim en büyük arzum Allah'ın bana lütfettiği bu gençleri eğitmek ve iyi, kaliteli bir Müslüman olarak yetiştirebilmekti. Burada gördüğüm bütün olumsuzluklara değerdi bu gençler.


Gençlerin yetişmesi için elimden gelen her imkanı sarfediyor, her fırsatı değerlendiriyor ve hiçbir şeye de kafamı takmamaya çalışıyordum.


Haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı. Satılmışın bana verdiği Marklar, kurs parası, oturma parası vs. derken bitti. Cebimde harçlığım bile kalmadı. Çalışarak para kazanacak bir imkanım da yoktu.

 

Fakat kısa zamanda çekirdek bir gençlik tabakası da oluşmuştu. Gençler istediğim kıvama gelmeye ve geriden gelenlere sahiplenmeye başlamışlardı bile.


Dersleri de aksatmadan yapıyorlardı. İlk zamanları ayak sürtmelerinin yerini gönüllü, zamanında gelmeye ve söylediklerimize dört elle sarılmaya terk etmişlerdi. Bundan çok mutluydum. Bir şeyler yapabilmenin, bir şeyi başarabilmenin keyfi bana birçok acımı, sıkıntımı unutturuyordu.


Dil kursunun parasını veremediğim için, Inlingua’yı bırakmak zorunda kaldım. Birkaç hafta parasız dolaştım. Allahtan Hacı abi yemeğimizi veriyordu. Yoksa koskoca şehirde, bir sürü Müslümanın içinde aç kalacaktık. Kaldığımız yerden spor salonuna da yayan gidiyorduk, çünkü otobüs paramız yoktu.


Mescitteki yönetici ağabeylerin bana karşı tutumları, bizi mescidte sığıntı gibi görüp kabaca davranmaları, aynı dava uğrunda vatanını terk ederek buralara kadar gelmek zorunda kalmış olan beni derinden incitiyordu.


Arkamdan fırıldaklar çevirip, fısıltılar üretmelerinden bıkmıştım. Yabancıydım, misafirdim, gariptim, Allahtan başka kimsem yoktu.

 

Birileri benim hakkımda partici olmadığımı söylemiş bu mescidin yöneticilerine. Adamların tafrası bunun içinmiş meğer. Doğrudur. Ben partici değildim. Particiyim diyerek de kimseye iki yüzlülük yapmadım. Ama; en particilerden daha fazla İslamcıydım ve bu dava uğrunda bedel ödemek üzere buradaydım..


Yine bir yatsı namazından sonraki bir huzursuzluk sonrası; 'Rabbim; beni bu cahil kardeşlerimin elinde bırakıp rezil etme!' diye dua ettim. Bana helal bir rızk kapısını göstermesini diledim.


Bahriye, çalışıp kendi rızkımı kazanmak zorunda olduğumu söyledim. Abi, 'temizlik işi var yalnız' dedi. Yaparım dedim. İş aramaya koyulduk…


O gün telefonla, Hamburg'tan Kuzey Bölgesi Gençlik başkanı Nevzat Özçelik aradı. 'Arif Abi, Teakwandocu ve güreşci olduğunuzu duyduk. Ayrıca; Hannoverdeki çalışmalarınızın yankısı buralara kadar geldi. Seninle tanışmak için Hannover’e seni ziyarete geleceğiz.' dedi.


Ertesi günü Nevzat ve birkaç arkadaşı Hannover'e geldiler ziyaretime… Tanıştık, konuştuk… Benim Hamburg’a gelmemi orada gençlik çalışmalarını birlikte sürdürmemizi ve yatmak için bir oda, yemekleri yemekhaneden yiyebileceğimi ve aylık olarak da 1000 Mark ücret verebileceklerini teklif ettiler.


Bana 1 gün düşünmek için müsaade verin diyerek onları Hamburg’a geri gönderdim.


Akşam namazından sonra, Rabbime şükrederken göz yaşlarıma hakim olamadım.

Bahriyi çağırıp meseleyi kendisiyle istişare ettim. Çok üzüldü….Kendisinden bu gençleri bırakmaması, buradaki çalışmanın sürdürülmesi için söz aldım…


Bahri bu gençlerle uğraşayım derken kendi üniversitesini aksattı, yalnız gençleri üniversiteye kadar yalnız bırakmadı…

 

devam edecek..