Bahattin Yıldız

Türkiye’de Ramazan Notları

31 Ağustos 2008
Bütün kürreyi arzda yaşayan Müslümanları bugün heyecan dalgası sarmış durumda.
Bugün Şaban ayının son günü. Yarınsa Ramazan’ın birinci günü olacak. Müslümanlar on bir ayın kirini, pasını, tozunu, dumanını bu ayda, oruçla, namazla, Kur- an’ la, zekâtla, sadaka- i fıtrla, infakla, imsak la,  iftarla, birbirlerine ikramla, davete icabetle, hayırda yarışarak atacaklar.
Ramazan ayında Müslümanlar On bir aya yetecek enerji depolayacaklar da, diyebiliriz.
Bu ayda İslam şehirlerinde olmak lazımdır. İslam şehirlerinde Ramazan’ ın bir başka dolgunluğunu, doygunluğunu yaşamak lazımdır. Marekeş’ te sur içinde bayram meydanında Mağrip ezanının okunuşuna, yılan oynatıcılarına, salyangoz satıcılarına, kebap dumanlarına karışıp, bir hurma tanesiyle oruç açıp, pazardaki bir camiye çöküp, bütün cemaatin yüksek sesle ortak cüz okumasına katılmak gerektir.
Ya da Kahire’nin kalabalık caddelerinde kurulan, “Allah rızası için iftar yemeği verilir”  davet masalarından birinde iftarı bekleyenlerin arasına karışmak yerine en iyisi Hüseyin Camiinde akşamı kılıp, elinize tutuşturulan içi pirinç pilavı dolu ekmeği kapıp, kimse gelmeden Fişavi’de ki çayhanelerden birinde beğendiğiniz köşeyi kapabilirsiniz.
 Pakistan’ın Peşaver’ i daha mı aşağıdır. Akşam namazından önce içine tuz da katılmış şerbet içip namaza durmak, Serhat misafirperverliğine katılmakta bir başka güzelliktir.
 Fakat ben bugün iki imparatorluğa, iki ihtişama ve üç kıtaya payitahtlık yapmış olan şehirdeyim.
Bu şehr-i İstanbul ki İslam medeniyetinin en görkemli ibadethanelerini bağrında taşıyan, bütün mimari medeni geçmişlere meydan okuyan, parlayan bir şehir.
Fatih camiinin avlusu, bayram yerine dönmüş:  Anneler, babalar, çocuklar Ramazanlık kıyafetlerini giymişler, bu ilk günü karşılamaktalar. Eyüp Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmet her biri bayram yeri gibi, Ramazan’ ı karşılama heyecanında yarışıyorlar.
Fatih camisinin cenaze kapı girişi ile Fevzi paşa caddesine kadar inen sokakta, dünya yetimlerine katkı için on günlük kermes açılmış. Onlarca gönüllü bayan hazırladıkları malzemelerle stantlar kurmuşlar, İHH’nın as elemanları harıl harıl çalışıyorlar. Altmış beş ülkeye, altmış beş şehre ve bütün Ramazan ülkeyi dolaşacak iftar tırına koşacak onlar değil sanki yaptıkları azmışçasına yeni yorgunluklara koşuyorlar.
Vakıf başkanı Bülent YILDIRIM bir taşın üstüne oturmuş, çalışanların yorgunluğunu atıyor gibi donuk donuk bu heyecanlı kargaşaya bakıyor.

  • Bu gece ilk sahurumuzu vakıfta yapacağız. Peru’lu Müslüman olan bir hanım İstanbul ortamını görünce “Madem bizim kutsal ayımız Ramazan başlıyor, bu ayla beraber bende örtüneceğim” demiş, onun için ilk sahuru beraber yapıp dua edeceğiz, gece üç de bekliyoruz, diyor.

Böyle bir şahitliği nasıl kaçırırdım.
 Kızım Sümeyra’yı aradım: “ Fatıma’yı da al gece üçte sahur için vakfa gel, yolda ben sizi karşılarım. ”
 Fatıma Münster’de tıp okuyordu. Staj için İstanbul’daydı.
Saat üçte vakfın salonundaydık. Kızlar bayanların yanına oturmuştu.
 Bülent’le beraber oturuyorduk. “ Bende O’ nu ilk defa örtünmüş göreceğim. “ dedi. Perulu misafir on yaşındaki kızıyla beraber salona girdi. Bayanlar O’ nu karşıladı, sarıldılar.
Ömer Faruk mikrofonun başına geçti. “ İki Teresa tanıyorum. Biri misyoner Teresa, diğeri Müslüman olarak Zeynep adını alan Teresa Hanım. O’nun hikâyesi bir mektup arkadaşlığıyla başlıyor. Şu dil öğrenmek için uluslararası mektup arkadaşlığı dönemine uzanan bir hikâye.
Perulu Marksist Teresa’nın Ankaralı üniversite öğrencisi Bülent mektup arkadaşıdır. Teresa Partizan üyesidir. Yakalanır, on yıl hapiste yatar, evlendiği eşinden de ayrılmıştır ve bir kızı vardır. Hapisten çıktıktan sonra dünyada bilgisayarlar, e- mailler vardır, artık. Eski mektup arkadaşını araştırır ve ulaşır, yeniden yazışmaya başlar. Ve hala Marksist olan Bülent Bey Teresa’ ya “ Hangi dindensin? ” sorusunu sorar. “Katoliktim, Protestan oldum. Şimdi Evangalizm. ” Cevabını alınca “ Sen bir Marksist, bir özgürlükçü olarak nasıl bebek katilleriyle aynı yerden olursun” der. Ve çet arkadaşına Kur’ an’ dan İncil’den ayetler gönderir. Teresa Hanım “ Kur’ an’ dan gönderdiğin ayetleri okudum ve Müslüman oldum. “ der. Bülent Bey “ Yahu ben dindar değilim ki; ne gönderdim de Terasa Hanım Müslüman oldu” derdine düşer; gönderdiği ayetleri kendi de okur. Fakat aynı nasibi yaşayamaz. Yine de durumu dostu Hakan Albayrak’a bildirir. Hakan kurban bayramında Brezilya’ ya gittiğinde Teresa Hanımı ve kızını Türkiye’ ye getirir.
İstanbul’ da ki Ramazan heyecanı, yetim kermesi, adı artık Zeynep olan hanımı etkiler ve son kararını verir. Şimdi O’ nu buraya davet ediyorum. Zeynep Hanım sizi buraya alabilir miyim? ” 
Zeynep Hanım mikrofona geçti. Konuştuğu İngilizce’ yi Ömer Faruk Bey tercüme ediyordu.
“ Ben çok mutluyum. Hayatım boyunca hep anti oldum. Hep Allah’ı aradım. Katolik oldum, olamadım..Protestan oldum, olamadım.. Fakirlere, ezilenlere sahip çıkmak için Partizan oldum. Genel komutanım bir dün “ Sen Tanrıya inanıyorsun iyi bir Partizan olamazsın” dedi. Allah beni o kadar çok ölümden kurtardı ki. Peru’da on yıl Partizanlıktan yatıp, çıkıp, tekrar hayata tutunmak, yaşamı sürdürmek çok zordur. Bütün bu zorluklara rağmen hiç bir zaman bir dilim ekmeksiz kalmadım. İçimdeki karşıtlık ve direniş hiç bitmedi. Hep aradım. Özellikle küçük kızıma doğru yolu göstermeliydim. Bu gece heyecanımdan uyuyamadım. Rabbime: “ Senin için örtüneceğim” dedim. Mutluluğumu size anlatabilmem çok zor. Bana ve kızıma dua edin. Bundan sonra farklı imtihan edileceğimi biliyorum. Bütün bu imtihanları onunla yaşayacağız. Elif Türkiye’ de ki sıcaklığı görünce : “ Anne sen merak etme; burada benim amcalarım, teyzelerim var. “ dedi.
Zeynep Hanım aşağı inince Fatıma, O’na yanaştı, sarıldı, kendini tanıttı. Çevredeki hanımlara İngilizce ve İspanyolca olarak soruları ve cevapları tercüme etti.
Ramazan’ın ilk gününe bende böyle bir olaya şahitlik etmenin mutluluğuyla başlamıştım.

2 Ağustos 2008
Ramazan’ın ikinci gününe başlıyoruz. Sabah namazından sonra havaalanına gittim. Saat 8 uçağıyla Erzurum’a hareket ettim.
Erzurum hava alanından dışarı çıktığımda Ramazan görevi için Fransa’ ya gitmekte olan Mustafa Ağırman hocayla ayaküstü görüştük, hasret giderdik.
İlahiyat Fakültesinin genç tefsirci prof. Orhan hocayla beraber şehre hareket ettik. İlk durağımız Erzurum MÜSİAD: Başkan ve üç yöneticiyle bir süre oturduk. Akşam eski hükümet meydanında verilecek olan iftara davet ettim. Çalışmaları anlattım. Oradan çıkınca İHH’nın teşkilatlandırma başkanı Reşat Beyi ve çekim ekibini de alarak Büyükşehir belediye başkanı Ahmet Küçükler Beyi ziyarete gittik. Ahmet Bey her akşam iftarında ayrı bir eve ziyarete gidip vatandaşla iftar yapıyormuş. Yakutiye belediye başkanı ve Erzurum Ticaret Odasını da ziyaretten sonra şehir esnafını ziyarete çıktık. Bütün bu programdan sonra Erzurum’ da bir nostalji gezisine çıktım:
Erzurum şehir merkezi hala İslam ruhunu bağrında taşımaktadır. Bazı kahvehanelerde sadece hoca efendilerin oturduğu masalar vardır. Gün boyu koltuk altlarında kadim tefsir, fıkıh ve akait kitaplarıyla gelen talipler bu hocalardan günlük derslerini okurlar. Camilerin çoğunda her gün okunan hatimler Ramazanla beraber sayısı artarak devam eder.
Erzurum merkezi, İslam medeniyetinin her türden en güzel tarihi örnekleri ni ziyarete gelenlere, kültür, sanat ve medeniyetten anlayanlara sunmaktadır.
Önce 1310 yılından kalan Yakutiye Medresesiyle karşılaşırsınız. Bir medeniyete katkının taşa kıvrım kıvrım nasıl işlendiğini görürsünüz.
Yakutiye Medresesinden iki yüz metre mesafede Kıbrıs fatihi Lala Mustafa paşa’nın camisi vardır. İşte burada Erzurum’daki İslami yaşamın ruhunu yakalarsınız. Bir üç yüz metre sonra Caferiye Camii. Sonra yatanının unutulduğu bir Selçuklu kümbeti çıkar önünüze. Selçuklunun Cuma Camisi anıt eser Ulu cami on bin ehli namazı misafir eder. Onun yanında Erzurum’ un sembolü çifte minareli medresenin gizemini ancak bir sanat tarihçi anlatabilir size. Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat’ ın kızı Hüdavend Hatun’un bu zarif eseri için ona hep rahmet okunmalıdır. Ve birer anıt eser olarak duran üç kümbetler insanoğluna ne dersler ne ibretler veriyor. Kim bilir hangi şaşaayla unutulmayacağız, yaşatacağız kalbimizdesin diye gömmüşlerdi buranın sahibi ölüleri. İbret alınmalı ki şimdi ne ölü cesetleri var ortada ne de gömülenlerin isimleri biliniyor.
Şehrin, küçük tepesi üzerindeki kale ve saat kulesi Erzurum tarihinin ve yaşayan güzelliğinin örneklerinden. Anlatmakla uzatmak yerine Erzurum balından bir parmak tatmakta güzel diyorum.
      İftardan önce tespit edilen yurtlara yemekler tencerelerle gönderildi. Kaplarıyla gelen vatandaşlara dağıtım yapıldı. İki yüz kadar davetliyle Yakutiye belediyesinin salonunda iftar yaptık. Büyük şehir belediye başkanı Ahmet Bey iftar öncesi ziyarete gelip, Gezici Aşevi Tırı’nın içini gezip bilgi aldı.
İftardan sonra Erzurum kalesinin dibindeki bir çay bahçesinde kalabalık bir grupla çay içtik. Ve saat 21. 30 da Erzurumlu dostlarla vedalaşıp, yarın iftarı vereceğimiz Muş’ a doğru tır ve minibüsten oluşan konvoyumuzla yola çıktık. Tır şoförü, üç aşçı ve benimle beraber on bir kişilik ekiptik.
Hasan kale düzüne çıkmıştık. Cep telefonum çaldı:

  • Alo ben Dr. Alparslan, şimdi ameliyattan çıktım, neredeyseniz oraya geleyim. Doktorla Keşmir depreminin ilk ayında Muzafferabad’da ki Çadır kentte beraberce hizmet vermiştik. O doktorluk hizmeti verirken biz yardım dağıtımı, hastane, banyo, tuvalet inşaatlarının yapımında gönüllü olarak çalışmıştık.
  • Doktor bey biz yola çıktık. Hasan kaleye on kilometre var.
  • Orada bir dinlenme tesisi olacak mola verinde görüşelim.

Tır bizim önümüzde devam ediyordu. Tuncay minibüsle tesisin parkına girdi. Çay bölümüne oturduk. Tesis sahibi İHH’yı görünce, bize antep fıstığı ve hurma dolu iki tabak gönderdi. Çaylarımız geldi. Doktor da gelmişti. Tuncay’ da Keşmir gönüllüsüydü. Doktoru sıkıca sardık. Oturduk. Hasret giderdik. Bir kaç fasıl daha çay içtik. Hesabı ödemek için kasaya gittiğimde bunun bir ikram olduğunu söyleyip çalışmalarda başarılar dilediler. Doktorla vedalaştık. Muş’ a doğru tekrar yola çıktık.
Saat 01. 30 da Muş’ a varmıştık. Bizden önce şehre ulaşan tır gençlik parkının önüne yerleşmişti. Kavrulduğumuz gündüz sıcağından sonra Muş’ ta serin bir gece vaktinde iki dönümlük bu parkın şark köşesi olarak düzenlenmiş yarısına Arap usulü serildik. Gecenin bu vaktinde taze demlenen çayla tereyağ buğusunun iştahımızı açtığı sac katmerlerini katık ettik.
Bıraksalar bütün ekip burada uyumaya hazırdık.
Saat 02. 30 bütün ekip kalacağımız otele gitmek için ayaklandık.

Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.