“Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber”
...
sen kimseden birşey istemedin ki Bahattin Abim,
bizden makber isteyesin,
“bizim” dünyamızdan hiçbirşeyin zerre miktarı değeri yoktu ki yanında isteyesin...
...
Heey Afgan Dağları...
Siz de mi Uhud’a özendiniz
Vermeyecek misiniz Şehidlerinizi bize
anasının kucağında kadar yakışıyor size
kabul
peki ya biz...
dostları, örneğini Asr- Saadetten bulmuşlar Bahattin Abimizin,
Ebu Zer demişler,
Ebu Dücane demişler
bilmem bulabilirler miydi bu çağdan bir örneğini,
ben bulamadım, bilemedim bir başka Bahattin Abi.
Eeey dağlar, o hep sizindi, sizde yaşadı, sizinle yaşadı,
yoksa siz Hamza mı diyorsunuz ona, yoksa Sıddık mı, ya da Faruk mu?...
İsterseniz “Mes’ud” deyin, o sizde, sizinle çok mesuddu...
...
Bahattin Abiyi anlatmak düşer mi bana?!...
Peki ya hüsnü şehadetim geçerli olur mu?
Şehid’e şahid olacak sadakat?!...
hani vardır ya birileri; varlığı güven verir size,
o vardır biryerlerde,
sizin ölçünüz vardır, ayarınız vardır,
görürsünüz, görüşürsünüz, solursunuz onun havasını
varsa küçücük bir kıvılcımınız,
o oradan koca bir kor bahşediverirdi size...
işte benim Bahattin abim O’ydu...
Bahattin Abim
tüm ‘önden gidenler’ gibi,
burada, ama buraya hiç ait olmadan yaşadın
ve tam da yaşadığın gibi...
Efendimizden, “kişi sevdiği ile beraberdir” müjdesini alan sahabe geldi aklıma ve sevindim, ümitlendim
sen ki ümidin kalesiydin...
seni çok sevdim Bahattin Abim, Rabbim şahidimdir ki çok sevdim
Seni tanıyıp ta sevmeyen kimseyi de andolsun görmedim.
|