Faruk Eşlik


Yıldızımız, ağabeyimiz... 10.03.2011

 

1- Yıldızımız, Ağabeyimiz;

 

Bahattin Abi’den bahsediyorum. Yıldızımızdan, Güzel insan, güzel mücahid…
Ve her yolcu gibi o da vardı menziline, belki de özlemine…


1975 yılında İzmir İmam-Hatip Lisesinden mezun olduktan sonra Bahattin Abi’ye Palandöken yolları görünmüştü. Plandökenler ile, Bozdağlar ile başlayıp Hindikuşla zirveye ulaşan bir yıldız olacaktı.


Onu ilk tanıdığımda küçüktüm, toydum, farkındalıktan yoksundum. Bana Moro derdi, ben bakardım, Hindikuş derdi, bakardım, Seyyid Kutub, Hasan El-Benna, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu vs. derdi bakardım. Hiç unutmuyorum, ne derse desin, bir bakardı insanın gözüne, benim gibi vasat bir öğrencinin bile beyninde şimşekler çakardı. O bana baktı mı ben dünyanın en özel insanı olurdum, her şeyi yapabilecek güçteydim artık, fethedilecek yerler ya da gönüller varsa fethedelim hemen, Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştaydık, dünya bizimdi, dünya küçüktü artık.


İnsana sevdiğini ne kadar kibar dille söylerdi; ben üzülürken, kazandığım bölümü beğenmezken, yanıma yanaşıp; “bak şimdi, senin İzmir’i kazanmana çok sevindim, sen orada çok şeyler yaparsın dediğini hatırlıyorum, bir de okuldan mezun oluşumu.


Mütevazılığı ben ondan öğrendim, gururun kibrin dünya hayatında ne kadar boş şeyler olduğunu. Sabrı öğrendim, yıllarca şehadet özlemiyle yaşayıp, sabredip menzile ulaşması sabrın en güzel örneği değil miydi? Cesareti öğrenemedim; öğretti, öğrenemedim. Türkmenistan’a gider misin dediğinde hiç düşünmeden evet dedim, İsfahan’da git dediğinde gittim, ufkum açıldı, fikir zengini oldum. Faruk oralarda yalnızsın, Afgan’a da git öyle gel dediğinde, toy bir genç olarak cesaretimi toplayıp gidemedim. Her şartta, her türlü koşulda ibadetleri aksatmaması ihlası, imanı öğretti bizlere.


Bir simit alırdık Kemeraltından, çayımızı Hisarönündeki Mirkelamda içerdik, kelamımız da mir olsun diye. Simidinden ikram ederdi bizlere. Selçuk gelsin, Hüsam gelsin, Selami gelsin, Üniversiteli gençler gelsin, hepsine yeterdi Bahattin Abinin simidi, çayı. Taksim etse simidini; İstanbul’a Erzurum’a, Muğla’ya, Doğubayazıt’taki kitabevine, Bursa’daki öğrenci evine, Avusturya’daki, Almanya’daki Müslümanlara, Balkanlara, Türkmenistan’daki, Özbekistan’daki, Karaçi’deki, Keşmir’deki dostlarına… Hepsine yeterdi yüreği gibi simidi de.  

 

2- Evlat Babası;

 

Babaydı O, hepimizin ağabeyi, babasıydı. Ama en önemlisi de çok değer verdiği üç kız ve iki oğlan babasıydı. Bir gün Afgan’da, bir gün Almanya’da, bir gün İstanbul’da, bir gün İzmir’de ya da dünya coğrafyasının bilmem neresinde. Ama aklının bir köşesinde her zaman çocukları vardı.


Son görüşmemizdi; iki gün sonra Afganistan’a yetimhane projesi için gidecekti. Basmane meydanında buluştuk. Selçuk Abi Osman’ın orada sabırsızlıkla bekliyor, Bahattin Abi’nin telefonunu habire arıyor… O da “bekle Selçuk! Az kaldı, geliyorum diyordu” her zamanki gibi. Selçuk abi hakkını helal et! Bahattin Abi ile daha fazla vakit geçirebilmek için bahane bulup O’nu oyalayan bendim. Atikullah’a otobüs bileti alacaktı. Girdik bilet gişesine. Atikullah’ın soyadı aklına gelmeyince “Atikullah Yıldız” yazdırdı biletin üstüne. “Nereden bileyim Atikullah’ın soyadını, hepimiz kardeşiz, benim soyadım onun soyadı” diyerek söylendi kendine has üslubuyla. Bu beni çok etkiledi.


Çok sevdiği Şehid Bilal’in memleketi Ödemiş’e beni uğurlamak üzere tren garına geldi, biraz oturduk. Meğer Bahattin abi beni Şehid Bilal’in Memleketi Ödemiş’e uğurlarken kendisi de bir süre sonra O’nun yanına gidecekmiş. Ben O’nu hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim, bir solukta yetimhane projesini anlatıverdi bana.
Ve babalığını da unutmadı; “bizim kızların “ney” merakı var, onlara sürpriz yapıp “ney” almak istiyorum” dedi. “İstersen ben alıp ulaştırayım” dediğimde; “Sen alma! Afganistan dönüşü Veysel’e gidelim beraber alalım” dedi. Ve dönmedi. Kızına “ney” alıp götüremedi ama onlara çok güzel bir miras bıraktı; Şehid evladı olma onurunu. Bahattin abi merak etme hediyen ulaştı evladına, ney’i üfledikçe hep seni hatırlayacak olan evladına.


Ayrıldık, o metroya yöneldi, ben trene, ben durdum ve Bahattin Abi’yi izledim, izledim, ve izlemeye devam ediyorum.


Ertesi gün telefon çaldığında şaşırdım, Bahattin Abiydi; İçinde kalmış bazı şeyleri söyledi; “İçimizden birilerinin ney üflemesi, birilerinin spor yapması, başkalarının şiir yazması vs. bizim zenginliğimizdir, mutlaka devam ettirelim” dedi. Hala heyecanlı olduğu ve sevinci sesinden anlaşılıyordu.

 

3- O haber;

 

Erdem Beyazıt’ın;


“Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum

İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.

Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.

 

dizeleri aklıma gelmişti görüşmemizden bir hafta sonra Ödemiş’e haberi geldiğinde. Ödemiş’teydim, Şehid Bilal’in memleketi ve Bahattin abi’nin çok sevdiği Ödemiş’te. Selami’den belki de ömrüm boyunca bundan daha ağır, daha zor bir haber almayacağım, belki de bundan daha zor bir görüşmemiz olmayacak onunla…

 

Bahattin abi Erdem Beyazıt’ın;

 

“Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
 --- Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
 --- Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
 --- Erzurum dağları kar ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi!
 --- Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
 --- Bir ihtimal daha var
Umuttan da öte ölümün sesi!”

 

dizelerini hatırlatmıştı bana 2008 yılında, Erdem Beyazıt’ın vefatında, uzaklardan, Almanya’dan. Bahattin Abi de artık teknolojik ürünler kullanmaya başlamış ve yazdıklarını internet üzerinden gönderiyordu bizlere. Faruk yaz! Yaz,  gönder derdi. “Yazamadım abi; olmuyor, her şeyi yazarım ama seni hiç yazamam.” Ama Erdem Beyazıt’ın vefatındaki duyguları ve gurbetten gönderdiği şu yazı hep aklımda; “Ve kıymetli Erdem Beyazıt ağabeyimin önden giden atlımızın cenazesine gurbetten boynu bükük baktım. Katılan, tabutuna el verenleri kıskandım. Binlerce, on binlerce sevenini Eyüp Camiinde görür gibiyim.


Erdem ağabey, güzel adam Rahmeti Rahman’a kavuştuğun günün akşamında, gurbetçi madencilerle kıldığım namaz sonrasında “ Türkiye’deki İslamcı gençliğin şair ve mütefekkir ağabeylerinden Erdem Beyazıt, Rabbine döndü, ona dua edin, rahmet dileyin, Fatiha gönderin” dedim. Ve güne hasret madencilerle sana dua ve gözyaşı gönderdim. Güle güle güzel adam, Sabır, savaş, zafer; Adım Müslüman diyen adam.”

 

4- Veda;

 

Ömrümde hiç bu kadar ağladığımı, hiç bu kadar yıkıldığımı, bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Ne yapalım kaderimiz de bu da varmış; sıkı sıkı bağlandığımız, sevdiğimiz, saydığımız, güvendiğimiz, dağ gibi bir yiğidi, mücahidi, dostu, ağabeyi, kaybetmek…  


Rahat uyu Aga! Senden yaşarken öğrendiklerimizden kat kat fazlasını şehadetinle öğrettin bizlere, bizimkilere, bizim çocuklara, “bizim gençler” derdin ya! İşte onlara… Yıldız’daki, Ege’deki, Buca’daki, Konya’daki ve bilmem neredeki Müslüman Gençlere… Rahat uyu Aga! Buralar bildiğin gibi; Osman’ın dükkanın karşısındaki masada sen hep varsın; Kemeraltındaki simitçide, çaycıda, kitapçılarda hala gençlerin gezer, senden bahsederler. Bir yerlerde adın geçer; Karaçi olur, Afgan olur, Eritre olur o yerler; Muhabbet dolar, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik dolar gönüllere.

 

Uğrunda şehadete koştuğun ne varsa hepsini öğrendi bizim çocuklar, hepsi buradalar hepsi yanımızda, özlediğin, istediğin gibi bir arada, Osman’ın oradaki oturduğun masadayız abi, sen de oradasın…

 


Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.