Hüseyin Kerim Ece

 

Asıl mı usul mü, ya da kahve ikram eden kedi 01.06.2017


Şair Fuzûlî şöyle demiş:

Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelîmât
Sözü insan olur ammâ özü insan olmaz”

Yani “papağana bazı kelimeleri usûlünce öğretsen bile, sözü insan sözüne benzer de özü asla insan olmaz.”

Doğru söze ne denir? Diline ve yüreğine sağlık ey koca şair…

Şiir bir kaç gerçeğin altını çiziyor:


1-Papağan ezberlediği şeyi söyleyebilir, bazı şeyleri tekrar edebilir ama insan gibi düşünemez. İnsan gibi anlayıp cevap veremez. İnsan gibi akledip ortaya bir şey koyamaz. İnsan gibi kelime icad edemez, kelimelere anlam veremez. İnsan aklıyla, şuuruyla, idrakiyle, iradesiyle ve vicdanıyla insandır. Bu kabiliyetler ne papağanda ne de başka bir yaratıklarda yoktur. Bir kaç kelimeyi tekrar eden papağan hiç bir zaman insan olmaz. Çünkü o başka bir yaratık, insan başka bir yaratık, onun yapısı farklı, insanın yapısı farklı. Onun işi başka, insanın işi başka. Onun görevi, insanın görevi gibi değil.

Dilimizde “Papağan gibi tekrar etmek”, “papağan gibi ezberlemek” deyimleri vardır. Onlar ezledikleri bir kaç kelimeyi tekrar ederler. Ne kendilerini söylediklerini anlarlar, ne de anlaşılabilecek şey söylerler. Bir kaç kelimeyi teleffuz ediyorlar diye insana dönüşmezler.

Şairin dediği gibi papağanın bir kaç sözü insan sözüne benzer ama özü insan olmaz.

2-Bir şey yaratılışta nasılsa öyledir. İnsanlar onu değiştirmeye, boyatmaya, başka bir kılıf giydirmeye çalışsalar da aslı nasılsa o şekildedir. Herkes, her şey fıtratının (yaratılışının) gereğini yapar. Herkes kendi rolünü oynar. Bir şeye kendi rolünün dışınde başka bir rol oynatmaya kalkışmak hem boş bir uğraştır, hem de zulümdür.


3-Bir kimsede kabiliyet yoksa, ona bazı şeyleri öğretmek, yaptırtmak zordur. Bir takım şeyleri papağan gibi tekrar/taklid etse de sonunu getiremez, istenildiği gibi yapamaz. Verilen emekler boşa gider, sonuç alınamaz.

Elbise değişebilir, güzel veya çirkin, yeni veya eski olabilir. Ama içindeki insan aynı kalır. Süslü bir elbise içindeki kirli bir adamı süslü yapmaz. Pahalı ve parlak bir giysi içindeki eşkıyayı evliyaya çevirmez. Çakıl taşını altın suyuna batırılmış kağıttan ambalaja sarsan da o taş olmaktan çıkmaz.

Altın çöpe düşse de değeri düşmez örneğinde olduğu gibi, iyi bir adamı eski bir elbise kötü yapmaz. İnsan, içindeki öze değil de dışındaki kılıfa, elbiseye, rütbeye, görüntüye değer verirse, Nasreddin Hoca’nın yemek yedirmeye kalktığı kürk’ü gibi olur. Madem ki itibar kürke, yemek yemek de onun hakkı olur.

Başka bir şair ‘Zerduz palan ursan eşek yine eşektir-yani altından palan vursan eşek yine eşek olarak kalır” demiş.

Altıntan palan, şimşir ağacından ve gümüşten semer, ibrişim ipliğinden yular, en değerli meşinden sineklik, eşeği eşeklikten çıkarmaz. Atlas kumaştan yapılmış elbise içindeki eşeği adam etmez. Tıpkı papağanın bir kaç kelimeyi ezberlemesi onu hayvanlıktan çıkarmadığı gibi.


4-Kişi bazı faziletleri kendi isteği ise benimsemese, dışarıdan yapılacak dürtüler fazla fayda vermez. Sokma aklın fayda vermediği gibi. Kişi yanlış olan şeylerin yanlışlığını kendisi bilip yapmamalı.

Kişi kanun ve polis korkusuyla kötülüklerden ne kadar kaçabilir, iyi olan şeyleri ne kadar yapabilir?

İyi/doğru olan davranışları insanın kendisi isteyerek benimsemeli, suç olan şeyleri kendisi anlayıp yapmamalı. Bir kimsenin yüreğinde karanlık, kötülük isteği, fitne-fesat ve suç işleme aşkı varsa, ona polis de engel olamıyor, hapishane de.

Kişi yaşadığı acı tecrübeden kendisi bir ders çıkarmıyorsa, dışarıdan gelen telkinler onun aklını başına getirmez. Henüz hayatının başındaki çocuğa “elini ateşe uzatma yanarsın” dendiği halde yine de elini ateşe uzatır. Herkes bilir ki çocukların büyük bir bölümü elleri yandıktan sonra ateşe veya yakıcı bir şeye bir daha kolay kolay el uzatmazlar. Çünkü tecrübeleriyle oradan zarar geleceğini anlarlar.

Kimilerin aklı bu çocuk kadar çalışmaz. Kendi tercihleri ve kararlarıyla yakan/zarar veren şeylerden geri durmazlar. Kendilerini, hatta çevrelerini yakan ateşlere atılmaya devam ederler. Isırıldıkları deliklerden tekrar tekrar ısırılırlar. Az kalsın boğulacakları göle yüzme biledikleri halde yine girmeye devam ederler. Bir yerden kazık yerler ama, bu kazık onları uyandırmaz. Bu konudaki uyarıları, tecrübeleri, öğütleri dinlemezler. Yılanlar tarafından defalarca ısırıldıkları halde yılan deliğine ellerini uzatmaya devam ederler.

Bir insanın yüreğinde sevgi ve merhamet yoksa, ona sevgi dersleri vermenin, sevgi ile ilgili sözleri ona ezberletmenin ne faydası olabilir ki?

Birisinin içinde canilik ve gaddarlık varsa, ona merhamet şiirleri dinletmenin, dram dizileri seyrettirmenin, tabiatın güzelliğinden bahsetmenin, çiçeklerin güzelliğinden ve kokularından anlatmanın bilmem bir faydası olur mu?

Gaddar birine bir yetimin gözyaşı, bir mazlumun hüznü, bir çiçeğin dili, bir seher vaktinin esintisi, bir mehtap seyri, bir gurub vakti (Güneşin batışı) ne kadar etki eder?


5-Taşa tohum ekilmez. Ispanaktan yağ çıkmaz. Teke süt vermez. Dibi görünmeyen suya yüzme bitmeden girilmez. Isırgan otundan buket yapılmaz. Sehtekârdan dost olmaz. Tenekeden gerdanlık yapılmaz.

Bir bitkiden yağ çıkmayacaksa, ondan yağ çıkarmaya çalışmak ne derece doğru olur?

Bir işletme yüzde yüz zarar edecekse, ona yatırım yapmak akıllı ve kârını bilen yatırımcıların işi değildir.

Kayanın veya betonun üzerine sebze tohumu atmak, sonra da ürün beklemek ahmaklık değil midir?

Deliler bile ağza bir şey almadan, çiğnemeden, yutmadan karnın doymayacağını bilirler.

Adamın müzik kabiliyeti yoksa ona şarkıcı ol dayatması haksızlıktır.

Çocuk top oynamaya kabiliyetli değilse illa da futbolcu olacaksın demek dayatmacılıktır ve işe yaramaz.

Hasılı bir şeyi başka bir şeyin rengiyle boyamak, o şeyin değiştiği ve istediğimiz gibi olduğu anlamına gelmez. Kabuktaki değişimin özde de aynen olduğu iddia edilemez.

Perde değişebilir, boya yenilenebilir, kaplama değiştirilebilir; ama duvar aynı kalır.


  • Kahve ikram eden kedi

Hikâyeye göre padişahın ‘her şeyde asıl/maya önemlidir” derken, veziri “hayır sultanım, usûl yani eğitim/terbiye daha önemlidir” dermiş. Padişah vezirine;

“Nasıl yani usûl asıldan önemli oluyor” diye sormuş. Vezir:

“Mesela benim bir kedim var. Onu öyle eğittim ki arka bacaklarının üzerine yürüyerek, ön bacaklarıyla kahve tepsisi taşıyor. Eğer isterseniz benim kedim size de kahve getirebilir” demiş. Padişah;

“O, harika, bu iddianı herkesin gözü önünde isbat edebilir misin? Senin kedin herkesin içinde bana kahve getirebilir mi? diye sormus. O da evet demiş. Hadi bakalım.

Böylece bir gün kararlaştırılmış. Sarayın toplantı salonunda herkes, sarayın bütün görevlileri, ileri gelenler yerlerini almışlar. Padişah vezire hadi marifetini göster diye işaret etmiş. Vezir kedisini almış, mutfağa gitmiş. Kahve fincanını küçük bir tepsiye, tepsiyi de kedinin ön ayaklarının üstüne koymuş ve padişaha doğru göndermiş. Kedi kerkesin hayret bakışları arasında gerçekten arka ayaklarının üzerine badi badi yürümeye başlamış. Herkes olayı hayranlıkla takip etmeye başlamış.

Kedi yavaş yavaş padişaha doğru yaklaşmış. Vezirin bu başarısını, kahve taşıyan kedinin bu marifetini herkes takdir etmiş.

Kedi kahve ile tam padişahın yanına yaklaşmış ki padişah yanında getirdiği fareyi çıkarıp kedinin önüne atmış. Fare yere düşer düşmez kaçmış. Kedi fareyi görünce kahve tepsisini bir tarafa fırlattığı gibi farenin arkasından koşmaya başlamış. İkisi de kapıdan fırlayıp çıkmışlar.

Az önce kedinin marifetine hayran kalanların bu sefer ağzı açık kalmış, şaşkın şaşkın olaya bakmışlar.

Padişah tebessüm etmiş, vezir mahcup olmuş, utanmış, başını önüne ağmiş.

Padişah demiş ki:

“Bak a vezirim, şimdi gördün mü asıl mı önemli, usûl mu? Kedinin mayasında bu var. Kedinin işi kahve taşımak değil, kedilik yapmaktır. Fareyi görünce hemen aslına döndü ve fıtratının gereğini yaptı.”

Demek ki kedi vezirin eğitimiyle bazı hareketleri yapabilse bile, özü kedi kaldı, değişmedi. Papağan bir kaç kelime öğrenir ama, kuş olarak ve kuş beyinli olarak kalır. Sirklerde gösteriye çıkartılan aslan evcilleşmez. Günü ve sırası gelince aslanlığını ilan eder/gösterir.


6-Bu anlatılanlardan ve bu hikâyeden şu sonuçlar çıkar mı?

-Eğitim/terbiye gibi şeylerin hepsi boş uğraşlardır.

-Eğitim/terbiye, veya tecrübeler insanı değiştirmez, herkes aynı kalır.

-İnsan değişmez, gelişmez, kendisi için belirlenen kaderin dışına çıkamaz.

Hayır, bu sonuçların hiç biri çıkmaz. İnsan diğer varlıklardan farklıdır. Onun hayatı olgunlaşma (tekâmül) sürecidir. Terbiye, insan kişiliğine şekil verme sanatıdır. İnsanın karakteri, ahlakı, anlayışı ve bakış açısı aldığı eğitimle şekillenir. İnsan eğitimle yetişir, olgunlaşır, daha iyiye veya daha kötüye gidebilir.

Burada kasdedilen fıtrat/yaratılış dışı uygulamalardır. Varlıkları başka alanda kullanma yanlışlığıdır. Bazı hayvanlara eğitimle bazı şeyler yaptırılsa, bazı numaralar öğretilse bile sonuçta kendi yapısı ile kalıyor, öğretilenlerin veya alıştıklarının ötesine geçemiyorlar.


7-Sözün özü; insan için asıl da önemli usûl da.

Önemli olan kaliteli bir ‘aslı’ kaliteli bir ‘usûl’le birleştirmektir.

Bir bir malzemden iyi bir ürün elde edilir. Kaliteli bir taştan şahâne bir sanat eseri yapılabilir. Kabiliyetli, akıl kapasitesi yüksek çocuklar iyi bir eğitimden sonra büyük adam olabiliyorlar. Akıl kapasitesi sınırlı birini ya da bir deliyi vezir/bakan yapmaya kalkmak boş uğraş olmaz mı?

Usta bir aşçı çürük patatesten, kokmuş etten lezzetli bir yemek yapabilir mi?

Ama en taze ve kaliteli sebzeler de yemekten anlamayan bir kimsenin eliyle hebâ olur.

Bu durumda ‘asıl’, gerekli ‘usûle’ göre muamele görmemiş demektir.

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.