Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da ziynet kavramı -2- 19.09.2017


Dünya her ne kadar çekiciliği, görkemi, süsü ve zenginliği açısından albenili olsa da fanidir, geçicidir. Bugün insanların hoşuna giden, onları mutlu eden, hatta gururlandıran ziynetler (süsler), ya sahipleri tarafından terkedilecek, ya da bir sebeple kararacak, solacak, çer çöp olacaktır.

Yeryüzünün süsünü takınması bir âyette hem zuhruf (göz alıcı görkem) kelimesiyle, hem de ziynet kelimesinin fiil hâli “ezzeyyene” ile anlatılıyor. Şöyleki:

Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Taki yeryüzü göz alıcı görkemine kavuşup, (rengârenk) süslendiği (ziynetlendiği) ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden biçilmiş bir hâle getiririz. İşte iyi düşünecek insanlar için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Yûnus 10/24)

Şu benzetmenin güzelliğine bakınız: Yeryüzü kendisine ulaşan su sayesinde yemyeşil olunca ve ilkbahar çiçekleriyle, adeta altın ve mücevher takmış, çeşitli renkte en süslü elbiselerini giymiş ve mümkün olduğu kadar süslenmiş bir gelin gibi süslenir. Şüphesiz ki bu, bu işi bilenin eseridir. “Bu, her şeyi sağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml 27/88) (M. Abduh-M. R. Rıza. Menâr Tefsiri (ter.), 13/233)

Bu âyette uğrunda çıkar sağlamak insanların haksızlık ettikleri şu dünya hayatının kısalığı, değersizliği güzel bir benzetme (teşbih) ile anlatılıyor.

Yani, fani olması, öneminin azlığı ve verdiği zevkin kısa süreli oluşu açısından dünya hayatı suyun etkisine benzer. O su gökten iner, toprağa karışır, bitkilere hayat verir. Bitkiler o suyu emer, yeşerirler, ziynetlenirler (güzelleşirler). Yeryüzü görkemli bir görüntüye kavuşur, şenlenir, süslenir. Bağlarda, bahçelerde, tarlalarda, arazilerde belki bol ürünler, meyveler, mahsüller olur. Sahipleri bu duruma sevinirler. Bunlardan faydalanacaklarını zannederler. Hatta bunlara sahip olmakla övünürler.

Ama bu çok uzun sürmez. Onlar bu mutluluk hayelleri içinde yüzerken bir gündüz veya bir gece ansızın bir kasırga, bir dondurucu soğuk, bir sel, bir sel felaketi olabilir. O ürünleri, ekinleri, güzellikleri, ziynetleri alır götürür.

İşte dünya hayatı da kısa süren bir bahar mevsimine benzer. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 4/221)

Burada dünya hayatının ve hoşa giden güzelliklerinin gelip geçici oluşu, onları Yaratan’ın günün birinde geri alacağı harika bir benzetmeyle anlatılıyor. Arkasından da insanın dünyada yapıp ettiklerinin hesabını öbür âlemde vereceği ilave ediliyor.

Yeryüzünde taşkınlık ve azgınlığın sebebi dünyanın süsü ve lezzetlerinden faydalanmadaki aşırılık olunca Allah (cc) şu yaşadığımız hayatın insana nisbetle durumunu açıklayan gayet mükemmel bir örnek getirdi. Bu temsil (örnek) aklını kullananları dünyaya aldanmaktan, kibir ve gurura kapılmaktan sakındırıyor. Onu ölçülü yaşamaya teşvik ediyor. Bu temsil; dünya nimet ve ziynetinin, insanı aldatma yönünden yeryüzüne benzetilmesidir. Yağmur veya akarsu yeryüzünü bakanları imrendierecek bitkiler, ekinler, sebzeler bitirir. Ama aniden bir afet gelir, işler değişir. (M. Abduh-M. R. Rıza. Menâr Tefsiri (ter.), 13/233)

Âyette geçen zuhruf; değerli maden, süslü, yaldızlı, güzelliğin mükemmelliği demektir. Bitkiler tanelerle, çiçeklerle, meyvelerle göverip güzelleştikleri zaman bu kelime ile ifade edilir. Zuhruf aynı zamanda madeni bir parlaklığı ve müdahaleyle oluşturulmuş sentetik güzelliği de anlatır. Burada buna bir gönderme olsa gerek.” (İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 1/376)

Benzer bir anlamı Esed şöyle anlatıyor: “Ya da zuhruf’un bir sunîlik, yapaylık ve gayri tabii olana ilişkin bir çağrışım taşıdığı ve bu çağrışımıyladır ki, âyette kendisinden sonra geçen “izzeyyenet” fiiliyle belli bir uyum ve bütünleşme gösterdiği fark edilecektir.” (Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 1/398)

Zaten âyet tabiatteki bu geçici, ebedi olmayan, sahiplerinin hoşuna giden fani süsten, aldatıcı cazibeden, oyalayan ziynetten bahsediyor. Zuhruf ve arkadan gelen fiil halindeki ziynet bu güzelliği anlatıyor, ama zımnen bunun geçici, sun’i, vefasız olduğunu ve aldanmamak gerektiğini ima ediyor.

Âyette geçen “ezzeyyene” fiilinin aslı “tezyîn”dir. Bu da ziynetlerini üzerine aldı, ziynetlerini takındı, süslendi anlamlarına gelir. Mecazen tabiatın su ile kavuştuğu güzelliği, ekin sahiplerinin hoşuna giden göz alıcı görkemliği anlatır. Sahipleri bu ekinleri biçmeye, bu güzelliklerden yararlanmaya muktedir olacaklarını sandıkları bir sırada bir felaket gelir. O güzellikler, o görkemli manzaralar, o altın sarısı ekinler sanki dün hiç yokmuş gibi olur.

Buradan hareketle şöyle denilebilir: İşte yeryüzünün ziyneti (zuhruf’u, süsleri) nasıl yok oluyorsa, bu dünya hayatı da öylece geçip gidecektir. (Kurtubî, Muhamme b. A. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1521)

Rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) yağmur duasında şöyle diyor: “Ey Allahım şu arzımıza onun ziynetini indir…” yani onu süsleyen (tezyin eden) bitkilerini, ya da yeryüzünün süsü olan nebatın yetişmesini sağlayacak yağmur indir.” (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

Âyette geçen “sanki (daha) dün var değilmiş gibi” ifadesi klasik Arapça'da, bir şeyin bütünüyle yok olup gözden silinmesini dile getirmek için kullanılan deyimdir. (Tâcu'l-Arûs’tan Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/398) 

İşte dünya hayatının örneği. Gökten inen veya akan su ile bitkiler büyüyor, boy atıp güzelleşiyor, bereketleniyor. Yeryüzü bir gelin gibi süsleniyor. İnsan bu güzelliğe bakmakla doyamıyor. Ekin, tarla, bağ bahçe sahipleri bu durumdam seviniyorlar, övünüyorlar. Bazıları bu güzelliğin kendi eserleri olduğunu, oraya kimsenin karışamayacağını zannediyorlar. Onlar bu bolluk, güzellik, şatafatlı rahatlığın memnun edici hayalinde iken; bir gece Allah’ın emri ansızın gelir ve o güzellikler gider, sanki dün hiç yokmuş gibi yerinde yeller eser. Hem de bir çırpıda.

Âyetin başında bolluk ve bereket sahnesinden sonra kötü bir sonucu haber veren ifade kasıtlı seçilmiş. İşte bazılarının âhiretlerini feda ettikleri dünya hayatının hali budur. İnsanlar yaşadıkları sürece orada bazı nimetlerden biraz yararlanırlar ama hepsi bu kadar. Biter, tükenir, solar ve mutlaka insanı terkeder. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 3/1775)

Bu örnek, dünyada görünürde başarılarına bakıp Âhireti bütünüyle unutanlara bir uyarıdır. Böyleleri, ekin/ürünlerinin çok olduğunu, hasat zamanı çok mutlu olacaklarını sanan çifçilere benzetilmiş. Onlar, bu hayal içinde iken umutlarını bitiren bir felaketin geleceğini hesaba katmazlar. Bunun gibi, dünya hayatını zevkine dalanlar, ansızın gelebilecek ölüm için, öte dünya için hazırlık yapmazlar. Onlar bu dünya uğruna işledikleri hataları Âhirette felaket olarak bulacaklardır. Tıpkı hasadından emin olan kimsenin aniden bir felaketle karşılaşması gibi. (Mevdûdî, Ebu’l-Âla. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 2/327)

Bu âyet, tabiata insanın bir emânet değil de bir tutsak gibi muamele edip kendi ayartıcı şehvet ve iktidar tutkularını onun üzerinden tatmin etmesine bir cevap teşkil etmektedri.” (İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 1/376)

Âyetteki temsîlî cümlenin tamamı, insanoğlunun tabiatla işbirliği ve bağdaşma içinde değil, fakat onunla düşmancasına göğüs göğüse gelerek teknolojik etkinlikleriyle gerçekleştirdiği yapay ve aldatıcı “süs ve görkem” olarak da anlaşılabilir.”  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/398)

Burada iman ve sâlih amelle süslenen ruhun küfür (inkârcılıkla ve nankörlükle) mahvedileceğine de işaret var. Küfür, insan ruhunun bütün güzelliklerini mahveden dondurucu bir kasırga gibidir. İman ve sâlih amel, güzel işler insanı ruhen ve ahlaken süsler, ziynet kuşandırır. Ancak inkâr rüzgârları bütün iyilikleri, güzellikleri silip süpürür. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 4/221)

Yine burada Allah’ın gökten su indirdiği, onunla yeryüzünü canlandırdığı, özellikle ekincilerin hoşuna gidecek şekilde orasını süslediği, güzel yaptığı vurgulanıyor; böylece O’nun mutlak gücüne dikkat çekiliyor.

Dünya hayatı bir oyun ve eğlence olmanın yanında insanların hoşuna giden, sevip bağlandıkları bir ziynettir, kendisiyle süslendikleri geçici bir yerdir. Tıpkı çiftçilerin hoşuna giden ekinler, bitkiler gibi. Kur’an bunu bir başka âyette, yukarıdakine benzer ifadelerle tekrar vurguluyor.

İyi bilin ki (tek başına) dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs (ziynet), aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid 57/20)

Burada dünya hayatının geçiciliği (faniliği) anlatılıyor.

Allah (cc) şöyle diyor: “Ey insanlar biliniz ki dünya hayatı sizin için peşin bir şeydir. Kendisinden biraz faydalandığınız oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Süsüyle ziynetlendiğiniz, birbirinize karşı övündüğünüz geçici, değersiz bir meta’dır.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/684)

Dünya hayatı yerden çıkıp yükselen, güzelleşen, ziynet gibi olan, ama sonunda çer çöpe dönen bitkiye benzer. Çiftçilerin, bahçıvanların hoşuna giden bu güzellikler nasıl sararıp solarsa, dünya hayatı da bütün zenginliğine, cazibesine, süsüne rağmen geçicidir. İnsan ömrü de böyle değil midir? Bebek doğar, çocuk olur, delikanlı olur, anne babayı sevindirir. Sonra olgun yaşa varır, güç kazanır, belki makam ve servet sahibi olur, belki bunlarla başkalarına hükmetmeye yeltenir. Ama sonunda yaşlanır, kuvvetten düşer, ya da hastalanır, çer çöpe dönüşür. Kurur gider. İşte hiç bitmeyecek zannedilen dünya hayatı da böyledir. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 9/272)

Âyet dünya hayatının güzelliğini, hoşa giden tarafını “ziynet” kelimesi ile, hayat gerçeğini de “ekin” örneği ile anlatıyor. Ancak burada “ziynet”in olumsuz bir anlam taşıdığı, tabii ve cazibeli bir güzellikten çok, insanı aldatan, bir anlamda gözünü boyayan, seraba benzer bir süse işaret ettiği anlaşılıyor. Arkasından da zımnen; “ey insanlar, işte dünyanın bu süsüne (ziyentine) aldanmayın” deniyor.

Dünyadaki hayat ölümden sonraki hayat hesaba katılmadan tek taraflı bakınca önemli gibi görünür. Ancak ahiret açısından bakıldığında önemsiz ve değersiz olduğu anlaşılır. Bu bakımdan o çocuk oyununa, oyalanmaya benzetiliyor. Dünyada ciddi ve çok önemli sanılan olayların arkasınde ebedi gerçek var: Fani olmak. Tıpkı çiftçilerin yüzünü güldüren bol yağmurun bitirdiği bitki örtüsünün solması, değişmesi, çöp olması gibi. Hayat filmi sanki sonunda “çöpe dönmüş ot kırıntısı” olarak zona erer.

Âhiret ise bambaşkadır. Orada hesap, Allah’ın rızası veya hak edene ceza, sonsuz bir hayat vardır. Oradaki hayat ekine benzemez ki bir müddet sonra solsun, çöpe dönüşsün… Sonuçta bu dünya hayatı aldatıcı, oyalayıcı, geçici ve yanıltıcı bir hazdan başka bir şey değildir. Hakikate gönül vermiş kimseler bu gerçeği hemen kavrarlar. Ancak Kur’an’ın amacı insanı dünyadan koparmak, onu ruhbanlığa davet etmek değildir. Bilakis Kur’an insanı yaratılış amacını gerçekleştirebileceği şeye davet ediyor. Zira insanın bir yaratılış amacı vardır. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3491)

Bu pasaj ile ilgili geniş yorumunda Râzî bu tür bir hayatın hor görülüp küçümsenemeyeceğini, çünkü onun Allah tarafından yaratıldığını belirtir:

Biz göğü ve yeri ve ikisi arasındaki her şeyi bir anlam ve amaçtan yoksun yaratmış değiliz” (Sâd 38/27)

Sizi boş ve anlamsız bir oyun olsun diye yarattığımızı mı sanırsınız?” (Mü’minûn 23/115)

Hayat, bizâtihî Allah'ın bir armağanı ve her türlü nimetin potansiyel kaynağı olduğu halde duyarsız ve kör bir şekilde ve manevî değerleri ve endişeleri gözardı ederek, yani öteki dünyayı hiçe sayarak yaşanması halinde bu olumlu niteliğini tamamen yitirir.”  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1115)

Bir çok âyette belirtildiği gibi insanın yaratılış amacından tamamen kopuk yaşayacağı bir dünya hayatı anlamını yitirmiş, sadece biçimde kalmış kuru bir hayattır. Yaratılış amacından sapmadan bu hayatınn gereklerine uymak zaten vahyin hedefidir. Bu anlamda İslâmın dünya hayatından yüz çevirmeyi emrettiği söylenemez.

Burada hem mü’minler, hem de inkârcılar uyarılıyor. Bu dünyada yapılanlar, ne kadar önemsenirse önemsensin, yüce bir gayeye yönelik veya öte dünya ile bağı yoksa değersizdir. Tıpkı suyun yeşerttiği bitkilerin solması gibi cazibesini kaybeder, bir hiç haline gelir.

Âyetteki örnekte dünya hayatı yağmura benzetilmekle beraber asıl benzetilen bitkidir. Bitkinin burada belirtilen evreleriyle insanın oyun, eğlenme, mal-mülk edinme ve çoluk-çocuğa karışma çağları arasında da bir benzerlik kurulabilir. (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/185-186)

Bu âyet ruhbanlığı haklı çıkaracak tarzda anlaşılamaz. Zira buna, arkadan gelen 27. âyet engeldir.” (İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an 2/1088)

Kur’an dünyadaki hayatın geçici olduğunun altını çiziyor. (Bak: Âli İmran 3/14-15. Yûnus 10/24-25. İbrahim 14/18. Kehf 18/45-46. Nûr 24/39 v.d.) Dünyada insanın hoşuna giden, onun gururunu okşayan, onu oyalayan şeyler, fayda ve lezzetler olsa da, aslında hepsi de değersiz, sınırlı ve aldatıcıdır. Aklını kullanmayanlar bunlara aldanır, bunları ebedi zanneder; bu yüzden kulluk görevlerini ihmal eder, Âhirete hazırlanmayı bir taraf atar.

Âhiret hayatındaki fayda ve zararlar, ödüller ve cezalar, lezzetler ve acılar süresizdir. Hele hele Allah rızasını ve mağfiretini hak edenler için ödüller daha çok, daha muhteşem olacaktır. Bu dünyada Allah’ı tanımayıp kulluk yapmayı reddedenler orada ne büyük bir zararla karşılaşacaklarını bizaat görecekler. (Mevdûdî, Ebu’l-Âla. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 6/133)

Âyette dünya hayatının bazı özellikleri vurgulanıyor.

Birincisi; dünya hayatının bir oyun (la’b) olmasıdır. Bu da daha çok çocukların işidir. Çocuklar yorulunca, ya da büyüğünce oyunu bırakırlar.

İkincisi; eğlence, oyalayandır (lahv’dir). Bu da daha çok gençlerin işidir. Bu da insanı bir müddet oyalar, sonra terkeder.

Üçüncüsü; ziynettir. Bu da süse düşkünlerin işdiri. Ziynetin bir amacı da çirkini güzelleştirmektir. Yıkılmakta olan binayı onarmak, eksik olan şeyi tamamlamaktır. Akıllı insan bütün bir ömrünü ziynet takınmakla, süslenmekle geçirmez.

Dördüncüsü; insanların kendi aralarında bazı şeylerle övünmeleridir. İnsanlar mal ve servetle, güç ve yetenekle, nesep (ırk) ve çocukla, makam ve ünvanla, lüks ve eldeki imkanla övünür dururlar. Ama bütün bunlar da fanidir.

Beşincisi; mal, servet, soy sop, evlat yarışıdır. Bütün bir ömür bu çoğaltma yarışı ile geçer (Bak: Tekâsür Sûresi). Ama bu da geçicidir ve sonu hüsranla biter. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 9/274)

Takibeden âyette Allah (cc) bu geçici, aldatıcı, vefasız, mutlaklığı olmayan dünya yerine insanları Cenneti kazanmak için çaba göstermeye çağırıyor:

Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Rasûlüne inananlar için hazırlanan Cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 57/21)

Yine Allah (cc) Yûnus 24. âyette dünya hayatının durumunu harika bir benzetme ile açıkladıktan sonra, arkasından herkesi sonsuz “esenlik yurduna (dâru’s-selâm’a)” davet ediyor:

Allah kullarını esenlik yurduna (dâru’s-selâm’a) çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.

Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Yûnus 10/25-26) 

Yani “ey insanlar, dünyayı ve onun ziynetini (süslerini) talep etmeyiniz. Zira onlar fanidir, zeval bulacaklardır. Tıpkı Allah’ın yukarıda verdiği bitki örneğinde olduğu gibi. Buna karşın baki olan Âhireti talep edin. Bunun ancak da Allah’a itaat ile olacağını bilin. İşte Rabbiniz sizi oraya çağırıyor. Ki orası Allah’ın kendi dostları, kendisini hakkıyla sevenler için hazırladığı Cennettir. Oraya girenler elem ve üzüntüden kurtulurlar. Cennetlikler için hazırlanmış nimetlerin ve ikramların devam edeceğinden emindirler.

Allah (cc) dileyen için bu sonucu kazanmasının yolunu kolaylaştırır. Bunu da kendi rızasına ulaşmak isteyenlerin kabul ettiği İslâm ile yapar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/548)

Daru’s-selâm Cennettir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 2/89) Kim oraya girebilirse, ölüm, hastalık, musibetler, hüzün, ğam, keder, yorgunluk gibi bütün âfetler kurtulur, esenliğe kavuşur. Bazılarına göre oraya “selâm yurdu” denilmesinin bir sebebi de Allah’ın veya meleklerin cennetliklere selâm verecek olmasıdır. (el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 2/438)

«Selâm, esenlik ve huzur olarak da yorumlanmıştır. Çünkü cennette bulunanlar her türlü hoşnutsuzluktan uzak, esenlik ve selâmet içindedirler.” (TDV Meali, s: 210)

Dinin amacı insanlara ebedi mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında elçileri dinleyenlere, akıl ve iradeleri doğru yolda kullanan kimselere Allah (cc) doğru yolu (sebil’i) göstermektedir. Bu yolun sonu da Cennettir, Allah’ın rızasıdır (rıdvan’dır). (Komisyon, Kur’an Yolu, 3/113)

M. Esed’e göre “dâru’s-selâm” tabiri, sadece sonsuz esenlik yurdunu değil, aynı zamanda gerçek müslümanın bu dünyadaki ruh durumunu, yani onun Allah ile, kendisiyle ve çevresiyle barış ve güvenlik durumunu da ifade etmektedir. (Kur’an Mesajı, 1/398)

Buna göre müslüman kendi hayatında bu barış, huzur ve güvenlik ortamını (dâru’s-selâm’ı) kurma çabasında olmalı. İslâmın hakim olduğu ülkelere “dâru’l-İslâm” denilmesi de bunu çağrıştırıyor. Bir kişi İslâma göre yaşarsa, o kişinin kendi hayatı ve evi, bir ülkede İslâm hakkıyla uygulanırsa o ülke “dâru’l-islâm, ya da dâru’s-selâm” olur.

Bütün güzelliklerini ve ziynetlerini takınmış, sahiplerinin ona hâkim olduklarını sandıkları bir sırada, bir anda yok olabilecek fani bir yurt ile dâru’s-selâm (esenlik yurdu) arasındaki fark o kadar büyük ki… Allah (cc) kullarını oraya çağırıyor, kendi iradeleri ile hidâyeti bulup gözlerini oraya dikmelerini istiyor. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 3/1775)


(Devamı var)

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.