Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da ziynet kavramı -3- 21.10.2017


Kur’an dünya hayatını ve ona ait olan şeyleri de “ziynet” kelimesi ile ifade ediyor.

“Kur’an hakkında iftiracıların sözlerini kesecek ve ileri sürdükleri mazeretleri geçersiz kılacak şekilde İslâmî davetin hakikat, Kur’an’ın bir başarısı olduğu hakkında kesin delillerden sonra Allah (cc) iki âyette Kur’an’a uymayı engelleyen psikolojik durumu ve bunun şer (kötü) olduğunu açıklıyor.

Kim yalnız dünya hayatını ve onun ziynetini isterse, Biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.

İşte onlar, kendileri için Âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.” (Hûd 11/15-16)

Yani kim iyi işler yaparak, bu yaptıklarıyla dünya hayatını isterse…

Bir önceki pasajın devamı olan bu âyet düşük, değersiz dünya hayatından başka hayat tanımayan, öteki hayatı işkâr eden kimselerin sözleri üzerine indiği belli olmaktadır. Yalnızca şu “yakın hayat” ve onun süsü için çalışanlar inkârcılardır.

Âyetler inkârcıların bu tercihini kasdederken sosyolojik bir gerçeğe de vurgu yapıyor: O da herkes çalışmasının karşılığını alır. (Ateş, Süleymen. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 4/300)

Bu genel ifade, daha önceki âyetlerde dile gelen konun bir devamıdır. Kâfirlerin Kur'anî daveti reddetmelerinin gerekçesi olarak ileri sürdükleri batıl iddialara karşı söylenmiştir. Bu âyet Kur'an'ı reddetmiş (ve şimdi de reddetmekte) olanların genelde bu dünyaya ve zevklerine tapanlar olduğunu vurgulamaktadır. Bu reddetmenin temelinde yatan (ve yatmakta bulunan) sebep, dünya zevklerinden öte hiçbir şeyin olmadığı, bunu elde etmenin önünde de hiç bir sınırın olmadığı gibi bâtıl bir inançtır.” (Mevdûdî, Ebu’l-Âla. Tefhîmu’l-Kuran (Ter.), 2/382)

Kim dünya hayatını ve onun ziynetini isterse…”

Dünyanın ziynetini nasıl anlamak gerekiyor?

Dünya hayatı derken kasdedilen nedir?

Bu üzerinde yaşanan dünya mı, yoksa sonsuz hayata nisbetle geçici (fani) olan olan kısacık insan ömrü mü?

Bir çok âyette olduğu gibi Kur’an dünya hayatının nesine karşı insanları uyarıyor?

Bu dünya hayatını ve onun ziynetini istememek, onlardan temamen yüz çevirmek midir? Zühd hayatını tercih midir?

Kur’an’ın “ziynet” dediği şeyler temelde kötü, zararlı, terkedilmesi gerken nesneler midir?

Yerilen dünya hayatı hangisidir?

Bu sorulara cevap aramaya çalışalım.

Dünya” sözü, daha yakın, daha uygun manasındaki ‘ednâ’ kipinin dişil (müennes) şeklidir.

Dünya kelimesinin ‘denâet’ kökünden geldiğini söyleyenler de olmuştur. Buna göre ‘dünya’; basit, iğreti, adi, hakir, alçaklık anlamlarına gelir.

Konumuz olan “dünya hayatı” kavramı “âhiret hayatı”nın karşılığı olarak, ‘hayatü’d-dünya-yakın hayat’ anlamındadır.

Kur’an, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere ‘arz-yer’ kelimesini kullanmıştır.

Dünya” kelimesinin, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini, geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlamı vardır.

Kur’an, ‘dünya hayatı’ tabirini, yer küresi hakkında değil, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran, Âhireti geri planda bıraktıran, iğreti, âdi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bununla Âhireti hesaba katmayan yaşama zihniyeti tenkit edilmiştir.

Bu kelimeyi çoğunlukla Âhiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında karşılaştırma yapmakta, Âhiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını vurgulamaktadır.

Kim dünya hayatını ve onun ziynetini isterse…”

Buradaki ziynet Türkçe meallerde; güzellik, çekici güzellik, şaşıtıcı güzellik, süs, debdebe, gösterişli zevk, lüks, görkem, ihtişam, şatafat, gösteriş olarak aktarılmış.

Bu da Yûnus 10/88 âyetinde geçen dünya hayatı ve ziynet bağlantısına benziyor. “Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi?...” Firavun’un sahip olduğu ziynet maldan farklı bir şey olsa gerek. Zira âyette mal/servet ayrıca söz konusu ediliyor.

Yani, dünyayı elde etmek üzere yaptıklarının karşılığını (ecrini) alırlar. Buna bağlı olarak dünya hayatını isteyenlerin rızıkları genişletilir, kolaylaştırılır. (Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 2/476)

Kur’an’a göre Âhireti hesaba katmadan yaşanılan hayatın sonu hüsrandır. Sadece dünyalık yaşayanların hayatlarında âyette ziynet diye nitelenen dünyalık lezzet ve zevkinden başka bir şey yoktur.

Dünya ziyneti”; mal, evlat, çeşitli elbiseler, yeme ve içme, saltanat sürme, zevklenme ve eğlenmedir. Halbuki bu hayat Vahye göre en düşük, en değersiz hayattır. Kim bunları elde etmek istiyorsa; bunu çalışması ölçüsünde amellerinin neticesi olarak alır. Bu insanlar kâfir olsalar bile durum değişmez. Çünkü dünyada rızıkların taksimi kişilerin çalışmalarına ve şartlara göredir, iman ve niyete göre değildir. Böyleleri inkarcı olduğu halde İslamın emrettiği güzel davranışlarda bulunurlarsa, iyilik ederlerse bunların da karşılığını alırlar. (Abduh, M-Rıza, R. el-Menâr (ter.) 13/472. el-Cezâirî, Ebu Bekr. Eyseru’t-Tefâsir, s: 738)

Âyet diyor ki; kim ameliyle dünya haytının kendisini ve ziynetini talep ederse, yaptıklarının karşılığını Allah ona öder. Yaptıklarının karşılığını almada en ufak bir haksızlığa uğramaz. Mesela birisi dünyalık bir amaç için namaz, oruç, gece namazı gibi sâlih amel işlese Allah (cc) ona şöyle der: “Dünyalık bir karşılık için çalışanın ücretini tastaman veririm. Lakin dünyayı hedefleyerek yaptığı ameller boşa gider. Böylesi Âhirette hüsrana düşenlerden olur.” (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyân, 7/13)

Âyete göre Allah (cc) mü’min olsun, kâfir olsun; insanların çalışmalarını karşılıksız bırakmaz. İnsanlar kendilerine sunulan yeteneklerini hangi alanda çalıştırıp geliştirirlerse Allah da o alanda çalışmalarının karşılığını verir. Kimsenin emek ve niyeti kaybolmaz. (DİB Komsiyon, Kur’an Yolu, 3/160)

İnsanlardan bazıları sadece bu dünya hayatının ziynetini; çekici nimetlerini, cazip süslerini, oyalayıcı eğlencelerini ister. “… İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların Âhirette bir nasibi yoktur.” (Bekara 2/200) Tabi istemekle kalmaz bunun için niyet eder, çalışır, çaba gösterir. Sonunda istediğine de kavuşur. Zira işin yasası böyledir. “Herkes çalıştığının karşılığını alır.”

Allah’a ve Âhiret gününe iman ederek hem bu yakın hayat, hem de bundan sonra gelecek olan son hayat için çalışanlar, Âhirette paylarını alırlar.

Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz.” (Âl-i İmrân 3/145)

Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.

İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür. (Bekara 2/201-202)

Görüldüğü Kur’an, ne sadece dünya için, ne de sadece Âhirete çalışmayı değil, her ikisi için de dengeli bir biçimde çalışıp, ikisinin imarını, insanın hem menen hem de maddeten iyi olmasını istemektedir. (bak: Kasas 28/77)(Ateş, Süleymen. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 4/300)

Bu değersiz dünya hayatının lezzetlerine, saltanatına, zevklerine, süsüne, zenginliğine, refahına, oyalamalarına kavuşmak istiyorsa önünde bir engel yoktur. Allah onun önünü açar, verdiği kabiliyetleri geri almaz, onu kendisine itaate zorlamaz. Ama Âhireti hesaba katmadığı için dünya için çalışması orada işe yaramaz.

Kim bu geçici dünyayı isterse orada ona, (evet) dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.” (İsrâ 17/18)

Kim âhiret ekinin (kazancını veya sevabını) isterse, onun ekinini artırırız. Kim de dünya ekinin (kazancını veya sevabını) isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun Âhirette hiçbir payı yoktur.” (Şûrâ 42/20)

Âyette Âhiret kazancı, iyi niyet ve davranışlar karşılığında alınan sevaplar olarak belirtilmiştir. Allah, sevabı/kazancı ekine benzetmiştir. Çünkü sevap, sâlih amelle kazanılan bir faydadır. Bu yüzden «Dünya, Âhiretin tarlasıdır» denilmiştir. Kazancın arttırılmasına gelince bu, sevabın bire karşı ona, yedi yüze ve daha fazlasına çıkarılması ve bu artışın dünya işlerine de yansıması demektir.” (TDV Meali âyet açıklaması, ) 

Bugün biz etrafımıza baktığımızda hep dünya için çalışan ve bu çalışmaların karşılığını alan bir çok kişiler, toplumlar görürüz. Bunların dünyaları alımlıdır, çekicidir, zengindir, kalkınmış görüntüsü vardır. Bu gördüklerimize şaşırıp "Bunlar niçin böyle!" diye sormamalıyız. Çünkü bu gördüklerimiz; “Sadece dünya hayatını ve bu hayatın çekici güzelliklerini isteyenlere, çalışmalarının karşılığını orada tam olarak veririz, onlar orada hiçbir ödül kısıntısına uğratılmazlar" şeklindeki âyette ifadesini bulan dünyaya ilişkin ilâhi yasanın gereğidir. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kuran, 4/1862)

İşte onlar, kendileri için Âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir.”

Ama Âhirette durum farklı olacaktır. Âhiretteki karşılık Allah’ın hükmüyle verilecek. Orada herkes hak ettiğini alacak. Zira “Rabbin hiç kimseye asla haksızlık etmez.” (Kehf 18/49)

İşte onlara Âhirette ateştan başka bir şey yoktur.”

Çünkü orası için hiçbir hazırlık yapmamış, hiçbir şey biriktirmemiş, hatta orayı hiç hesaba katmamıştır. Dünya için yaptığı bütün çalışmaların karşılığını dünyada alır.

Fakat bu dünya amaçlı çalışmalar Âhirette geçersizdir, orada bunlara önem verilmez. Âhireti hesaba katmadan bu dünya hayatı için yapılan çalışmalar, zehirli ot yiyerek karnı şişen devenin kabarmasına ve arkasından çatlamasına benzer. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kuran, 4/1862)

Hayat ve onun geçici görüntüleri, tıpkı bir tiyatronun dekoruna benzer.” (Hamidullah, M. Aziz Kur’an, s: 370) O dekor oyun sahnelenene kadar lazımdır. Oyun/tiyatro bittikten sonra en şahâne dekor ne işe yarar? Bir sonraki oyun için bir başka dekor yapılacaktır.

Âhirete inanmayıp sadece dünya hayatını, onun zevklerini, sağlık, güven, bol rızık, nüfuz ve benzeri nimetlerini, ziynetini ve debdebesini isteyip de yeteneklerini yalnız bu yönde kullanan kimselere, Allah emeklerinin karşılığını dünyada eksiksiz olarak verir. (DİB Komsiyon, Kur’an Yolu, 3/160)

Âhiretteki ceza da dünyadaki gibi amellere bağlıdır. İnkârcılar oradaki nimetlere kavuşmak için dünyada bir şey yapmazlar. Âhirete hazırlık iman ve sâlih amelle olur. Bazıları da sâlih amelleri gösteriş veya çıkar için yaparlar. Âyete göre “…zaten yapmakta oldukları bâtıldır (geçersizdir).” Âhirette bunların bir meyvesi, bir ecri yoktur. (Bak: İsra 18-21) (Abduh, M-Rıza, R. el-Menâr (ter.) 13/473)

Bu âyetlerin hangi grup insanlar hakkında indiği, kimleri kasdettiği hakkında farklı görüşler var.

Bazılarına göre bu âyet kâfirler hakkındadır. Bunun delili bundan sonraki âyettir. Kafirlerden biri akrabalık bajini gözetse, sadaka verse, Allah (cc) dünya hayatında bunların ödülünü sağlık, veya bol rızıkla verir. Fakat Âhirette bunlara bir karşılık olmaz. (bak: Tevbe 9/53)

Bazılarına göre burada müslümanlar kasdedilmiştir. Kim bu dünya ödülünü isterse, bu ona peşinen ödenir. Ve onun ödülünden hiç bir şey eksik bırakılmaz. Ancak Âhirette ona azap vardır. Zira o ameliyle yalnızca dünyayı amaçlamıştır. Bir hadiste“Ameller niyete göredir” buyuruluyor. (Buhârî, Bid’ul-Vahy/1. İman/41. Müslim, İmâre/155. Ebu Dâvud, Talak/11. Tirmizî, F. Cihad/16. Nesâî, Tahâra/59. İbni Mâce, Zühd/26. Ahmed b. Hanbel, 1/25, 43)

Bu âyetin amellerinde riya yapanlar hakkında olduğu da söylenmiştir. Onlar hakkında şöyle deniliyor: “Siz oruç tuttunuz, namaz kıldınız, zekat verdiniz, cihad ettiniz, Kur’an okudunuz. (Ancak) bunları yapan kimselersiniz denilsin diye yaptınız ve bunlar da hakkınızda) söylenmiş bulunmaktadır.” Daha sonra şöyle denildi: “İşte ateşin üzerlerine ilk alevlendirileceği kimselerdir bunlar”. Bu hadisi Ebu Hurayra bunu rivâyet ettikten sonra ağladı ve şöyle dedi: Rasulüllah doğru söyledi. Nitekim Allah (cc) “Kim dünya hayatını ve süsünü isterse…” ile başlayan iki âyeti okudu.” (Müslim, İmare/152. Tirmizî, Zühd/48)

Bu âyetin ameliyle Allah’tan başkasını arzu edenler, O’ndan başkasına kavuşmak isteyen eden herkes hakkında genel olduğu da söylenmiştir. (Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 2/476. Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 2/112) Bu kimse mü’min de olabilir, gayr-i müslim de. İyiliğinin karşılığının kendisine ödenmediği hiç kimse yoktur. Eğer bu kimse samimi bir müslüman ise dünyada da, Âhirette de iyiliklerinin karşılığını alır. Şayet kâfir ise onun iyiliklerinin karşılığı yalnızca dünya da ödenir.” (Kurtubî, Muhammed b. A. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1554)

İlim adamlarının çoğuna göre bu âyetin anlamı açık ve mutlaktır. Şûrâ 20. Âli İmran 3/145. İsrâ 17/18-21.âyetleri bunu destekliyor.

Unutmamak gerekir ki âyette kötülenen “dünya ziyneti” İslâmın mübah kıldığı yeme, içme, giyme, süslenme, mülkiyet edinme değil; bunların amaç haline getirilmesi, kulluk görevlerini unutup bütün bir ömür boyu hayvanî zevkleri tatmin etmeye çalışmaktır. (Abduh, M-Rıza, R. el-Menâr (ter.) 13/473)

Kur’an, Âhireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen “dünya hayatını” kötülemiyor. Hatta bunun bir mutluluk olduğuna işaret ediyor, mü’minlerin bu anlamda dua etmeleri gerektiğini öğütlüyor. (Bekara 2/201. A’raf 7/156)

Kur’an, insana verilen dünyalık emanetlerin esas amacının âhirete yatırım olduğunu şöyle vurguluyor:

“…Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca âhiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma;...” (Kasas 28/77)

Öyleyse ne dünyalıklara sahip olmak yanlış, ne de onları kullanmak.

Yanlış olan onlara bağlanıp insanlık görevini ve ölümü, yani Âhiret hayatını unutmaktır.

Yanlış olan emanet olarak verilen malı kendi üzerine tapulu görmek, o malı onu kendisine Verenin işaret ettiği kullanmamaktır.

Yanlış olan misafir olunan eve sahip olmaya kalkışmaktır.

Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi bütün endişeleri, planları, çalışmaları, hassasiyetleri, sevgi ve bağlılıkları; mal, servet, dünyalık çıkarlara ayarlamaktır. Allah’ı sever gibi dünya menfeatlerini sevmektir.

Yerilen “dünya hayatı”; mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır, insanı Allah’tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Ona ait şeyleri ilâh haline getirme, mal peşine koşmaktan başka bir hedef tanımama, geçimlikleri kutsal hale getirmedir.

Çünkü insanın yaratılış amacı da bu değildir.

İslâm, her türlü meşrû çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasının karşılığını alabileceğini belirtmiştir. (Necm 53/39)

İslâm, insandaki fıtrî bir takım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve prensiplerini açıklamıştır.

Bilenler derler ki: Dünyalık için ne kadar üzülürsen o nispette Âhiret sevgisi kalbden çıkar, Âhiret için ne kadar üzülürsen, o nispette dünya sıkıntısı kalbden çıkar.

http://www.huseyinece.com/makalelerim/kisa-makaleler/215-alcak-dunya-mi

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.