Hüseyin Kerim Ece |
|
Dünya hayatı Müslüman için zindan mıdır?30.12.2024
|
|
Dünya nedir, dünya hayatını nasıl anlamalıyız? İslamda dünya hayatı yeriliyor mu? Yerilen dünya hangisidir? Bizden dünyadan yüz çevirmemizi istiyor mu? Dünya hayatı müslüman için cehennem midir, zindan mıdır, yoksa cennete çevirelecek, ya da Cennet kazanılacak bir yer midir? Nasıl bir dünya hayatı anlayışı kulluğa, yani İslâmı hayata hâkim kılmaya engeldir?
-Sözlükte dünya ‘Dünya’ kelimesi, bizzat ve hükmen yaklaşmak, zaman ve yer açısından yakına gelmek, aşağı çekmek anlamına gelen ‘denâ’ fiil kökünden türemiştir. (Fu’lâ vezninde, kübrâ gibi) ‘dünya’ sözü ‘ednâ’ kipinin dişil (müennes) şeklidir. ‘Ednâ’; daha yakın, daha küçük, daha uygun, daha âdi-kötü-bayağı demektir. Bunun karşıtı hayr kelimesidir. Dünya hayr ve şerr açısından insana yakın olandır. Bu kelime bazen de evvel, ilk anlamında kullanılır. Bunun karşıtı da ‘âhir-sonraki, ya da son’dur. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/311) Kur’an’da bu manada geçiyor. "Bu (usûl), şâhitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun (ednâ) çaredir...” (Mâide 5/108. Ayrıca bkz: Ahzab 33/51) “Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük (ednâ) olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?...” (Bekara 2/61) Bu kökten gelen ‘deniyyü’ kelimesi, itibar, değer ve makam açısından hâkir (hor), âdi, değersiz kimse demektir. (Türkçe’de bu ‘denâet’ olarak kullanılıyor.) Dünya kelimesinin bundan geldiğini söyleyenler de olmuştur. Buna göre ‘dünya’; basit, iğreti, âdi, hakir, alçak anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/311. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 248-249) -Dünya ve dünya hayatı nedir? Konumuz olan ‘dünya’ kavramı; Âhiret hayatının karşılığı olarak, “hayatü’d-dünya-yakın hayat” anlamındadır. “Semâü’d-dünya-dünya göğü” demektir, zira o yeryüzüne yakındır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/311) Bu kelime Kur’an’da çok sık ve âhiretten yani ölümden önceki hayatın sıfatı olarak geçmektedir. Kur’an’ın yanlış anlaşılan kavramlarından bir tanesi de ‘dünya’ kelimesidir. ‘Dünya’ bir sıfat olmasına rağmen, üzerinde yaşadığımız yerkürenin ismi olarak algılanmıştır. Bu yanlış adlandırma İslâmın dünya hayatına getirdiği tanım ve ölçünün yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Buradan hareketle, İslâmın üzerinde yaşadığımız dünyayı (yer küreyi) kötülediği sanılmış, bu dünyadan yüz çevirmenin fazilet ve yükselme sebebi olacağı iddia edilmiştir. Halbuki Kur’an, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere ‘arz-yer’ kelimesini kullanıyor. ‘Dünya’ kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini, geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlam kazanmıştır. ‘Dünya’ kelimesi ile, burada yanlış anlaşılan hayat anlayışı kötüleniyor, hafife alınıyor. Bununla yer küresi değil, âhireti unutturan, onu hesaba katmayan hayat anlayışı tenkit ediliyor. Şüphesiz yer küre ile onun üzerinde yaşanan hayat arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiden dolayı ‘dünya’ kelimesi zaman içerisinde üzerinde yaşadığımız gezegenin adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an, ‘dünya hayatı’ tabirini, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran iğreti, âdi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bu kelimeyi çoğunlukla Âhiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında karşılaştırma yapmakta, âhiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını vurgulamaktadır. Kur’an, âhireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen “dünya hayatını” kötülemiyor. Hatta bunun bir mutluluk olduğunu, mü’minlerin bu anlamda dua etmeleri gerektiğini öğütlüyor. “Onlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, Âhirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azabından koru’ der.” (Bakara 2/201) “Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, Ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156) “Ona dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o, Âhirette de sâlihlerdendir.” (Nahl 16/122) “Müjde, dünya hayatında da, Âhiret hayatında da onlarındır. Allah’ın sözleri için bir değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Yûnus 10/64) Allah (cc) yeryüzündeki her şeyi insanlar için yaratmıştır. “Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz; öyleyken Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir.” (Bekara 2/28-29) Öyleyse insanların bu maddî nimetlerden faydalanması, onlara sahip olmaya çalışması ve onlarla beraber dünyada bir mutluluk araması kötü ve haram değildir. Yani ‘dünya mutluluğu’, “âhiret mutluluğunun” karşıtı olamaz. Bir başka deyişle, âhiret’teki sonsuz saadeti yakalamak için, insanın dünyadaki mutluluğunu ve dünya ni’metleri terketmesi gerekmez. Kur’an, insana verilen dünyalık emânetlerin esas amacının âhirete yatırım olduğunu şöyle vurguluyor: “…Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca Âhiret yurdunda (iyi bir yer tutmanın) yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma;...” (Kasas 28/77) Öyleyse ne dünyalıklara sahip olmak yanlış, ne de onları kullanmak... Yanlış olan; onlara bağlanıp insanlık görevini ve ölümü, yani âhiret hayatını unutmaktır. Yanlış olan; emânet olarak verilen malı kendi üzerine tapulu görmek, o malı onu kendisine Verenin işaret ettiği kullanmamaktır. Resmi uygulamalara göre bazı mülkler insanların üzerine tapulu görünse de sonuçta bütün mülk ve mülkiyet üzerinde hüküm-hakimiyet Allah’ındır. Yanlış olan; misafir olunan eve sahip olmaya kalkışmaktır. Yanlış olan; ölüp gitmek üzere olunduğu anda bile gözü arkada olmaktır. Yanlış olan; sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bütün endişeleri, planları, çalışmaları, hassasiyetleri, sevgi ve bağlılıkları; mal, servet, dünyalık çıkarlara ayarlamaktır. Yanlış olan; Allah’ı sever gibi dünyalıkları, dünyadaki zevkleri sevmektir. Yanlış olan; dünyalıklar uğruna sahtekârlık yapmak, kavga etmek, hak yemek veya savaşmaktır. Yanlış olan; sahip olduklarını yanında öbür tarafa götüreceğini zannetmektir. Bir tanıdık anlattı. Çevresinden birisi ikidebir çocuklarına, gelinlerine malından, servetinden, onlara mal kazandığından bahsedermiş başlarına kakar gibi. Bir gün gelinlerinden biri demiş ki; “Baba, bizim için zahmet etme, bizim senin malına ihtiyacımız yok. Ne kadar malın varsa giderken yanında götürebiliyorsan götür!” Harika ve ibret verici bir cevap... “Kazandığını, malını, servetini ne başımıza kakıp duruyorsun? Malın senin olsun. Senden hiç bir şey istemiyoruz. Malını bizim için, çocukların için kazandığını da deyip durma... Hadi götürebiliyorsan hepsi al, beraberinde öte dünyaya götür... Bize lazım değil” demiş olmalı... Hikâye bu ya... Çok güçlü, çok zengin, çok şeye hükmeden bir hükümdar/kral “ben ölünce tabutuma koyun ama elimi koymayın. Dışarıda kalsın. Mezara kadar da insanların, kalabalıkların göreceği şekilde taşıyın.” Adamları sormuş: “El de cesetle birlikte tabuta konulur. Siz ise elim dışarda kalsın diyorsun... Niçin, bunun hikmeti ne ola?” Demiş ki: “Herkes görsün ve anlasın ki, bu kadar zenginliğe, bu kadar saltanata, bu kadar mülke rağmen, öbür tarafa elim boş gidiyorum.” Yanlış olan; iki dünyalı yaşamak yerine tek dünyalı yaşamaktır. -Kaç çeşit dünya vardır? Bizim dışımızda iki dünya bulunmaktadır: Birincisi: İnsanın yalnızca et, kemik, kan olmadığı, kalbi, ruhu, aklı, zekâsı, hafızası, vicdanı ve benzeri özellikleri olduğu gibi, dünya da sadece görünen fiziki yeryüzünden ibaret değildir. Bu fizik âlemin otesinde cin, melek ve görünmeyen diğer varlıkların da bulunduğu, bizim muttali olamadaığımız başka dünyalar var. İkinci dünya ise; duyularımızın ilişkide olduğu hayattır. Yeme-içmeden tutun da, uyumaya, üremeye, sahip olma arzusuna, hırs ve arzulara kadar geniş bir duyular dünyası… Nefsin arzu ettiği ve oyalandığı, kişiyi asıl hedefinden, âhirete giden yolda şaşırtan dünya, ya da dünya hayatı... Bir başka deyişle, geçici olarak bırakıldığı, kişiye emânetlerin verildiği, insanın imtihana tabi tutulduğu, kulluğunu yapabilme imkanı sağlayan, geniş bir hayat. İşte bu ‘dünya’; yevmu’l-âhira-sonraki güne-âhirete nisbetle ‘ednâ’, yani yakın, diğer anlamıyla aşağı, iğreti, değersiz ve geçici bir dünyadır. Allah’tan gelen vahye sırtını dönenler ve aklını kullanmayanlar işte bu ‘ednâ’ dünyayı tercih ederler, âhireti ve oradaki ebedî hayatı unuturlar. Çevrlerinde ölenleri görürler de, kendilerinin burada sürekli kalacaklarını zannederler. Zannetmekle kalmazlar, bütün sevgilerini, ilgilerini buraya hasrederler, bütün yatırımlarını buraya yaparlar. Kur’an böyleleri hakkında şöyle diyor: “Fakat siz (ey insanlar!) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A’la 87/16-17) “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir... Dünya hayatı, aldatıcı meta’dan başka bir şey değildir.” (Âli İmran 3/185) |
|
e-mail Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz. |