Hüseyin Kerim Ece

 

Allah'a yönelmeyi anlatan bir kavram: İnâbe 06.07.2025


Bunun aslı ‘nevebe-nâbe’ fiilidir. Bu da bir şeyin sık sık gidip gelmek, tekrar tekrar geri dönmesi demektir. Bunun masdarı ‘nevbet’tir.

Bu kökten gelen inâbenin sözlük manası; geri dönmek, yönelmek, bir hususta birini diğerinin yerine geçirmek, yerini tutmak demektir.

İnâbe’ kelimesi, Kur’an’da onbir tanesi fiil formunda, yedi âyette de münîb (Allah’a yönelen) şeklinde onsekiz âyette geçiyor.


-Kavram olarak inâbe

Allah’a rücu’ etmek (dönmek) demektir.

Şöyle denir; “İnâbetü ilallâhi teâlâ”; tevbe ederek ve samimiyetle sâlih amel işleyerek Allah’a yönelmek... (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, )

Ya da “pişmanlık duyup ihlasla günahlardan sonra tövbe etmek, kalbi şüphelerin karanlıklarından nûra çıkarmaktır.

İnâbe sadece tevbe gibi hatadan, günahtan geriye dönüş değil; her halükarda samimi (muhlis) bir niyetle Allah’a yönelmeyi anlatır.

Hatta; gafletten zikre, isyandan itaate, hatadan sâlih amele, nankörlükten şükre, yalandan hakikate, Allah’ın razı olmadıklarından razı olduklarına, yanlış işlerden/kötü ahlâktan güzel ahlâka vs. dönmek, yönelmek...


-Allah’a yönelmek O’nun emridir

De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Azap size gelmeden önce Rabbinize yönelin (dönün) ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (Zümer 39/53-54)

Haddi aşmak bu ayette israf kelimesi ile anlatılıyor. Zira israf ölçüyü kaçırmak, normalin ötesine geçmek, haddi aşmaktır.

Kişi Allah’ın vahiyle gönderdiği ölçüleri, hükümleri tanımaz, canının her istediğini yaparsa sınırı geçmiş olur. Bunun zararı öncelikle yapanın kendi aleyhinedir.

Âyet buna rağmen kullara pişmanlık, dönüş (tevbe), düzelmenin mümkün olduğunu haber veriyor. Allah’ın rahmeti, mağfireti geniştir. O, sonsuz merhametinin gereği olarak tevbe edenleri dilediği gibi bağışlayıcıdır.

Arkadan gelen âyet, affedilmeye layık olabilmek için kulun Allah’a yönelmesi (inâbe etmesi), O’na hakkıyla teslim olması gerektiğini haber veriyor.

Yukarıda geçtiği gibi inâbe tevbede bir merhaledir ve istiğfar (af dileme) için şarttır. Yani kişi hatayı, günahı terkedecek, sonra af ve mağfiret dilemek için Rabbine yönelecek (inâbe edecek).

Bu âyetten Allah’ın (cc) hem günahkâr kullara, hem de genel anlamda bütün insanlara kendisine yönelmelerini emrettiğini anlıyoruz.

Bu yönelme (inâbe) hatadan, günahtan dolayı af dilemek için olabileceği gibi, her durumda her zaman olabilir.

Zira insan her zaman farklı şeylere meyledip kul olduğundan, kulluk görevlerinden gaflete düşebilir. Yanlış yollara gidebilir, yanlış tercihlere yönebilir, günah işleyebilir.

İnsanın kul olarak yapması gereken her pozisyonda Rabbine yönelmesi, rağbet etmesi, O’nunla ilgili şeyleri öncelemesidir.

Arkadan bir uyarı daha geliyor:

Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim” demesin.” (Zümer 39/55-56)

Kur’an mü’minlere şöyle demelerini tavsiye ediyor:

... Ey Rabbimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana yöneldik, zira bütün yollar Sana çıkar.” (Mümtahıne 60/4. Bir benzeri; Şûrâ 42/10)

Tağutlara (uydurma tanrılara) kulluk yapmaktan kaçınıp Allah’a yönelenlere müjdeler olsun. (Zümer 39/17)

Allah (cc) kendisine içten, samimiyetle yönelenleri doğru yola iletir. (Şûrâ 42/13. Ra’d 13/27. Kâf 50/33)


-Allah’a yönelenler

İnâbe Kur’an’da İbrâhim’e, Süleyman’a, Dâvûd’a, Şuayb’a, Muhammed’e (as), iman edenlere nisbet ediliyor. Mesela;

1-Dâvûd (as);

Dâvûd’un (as) makamına iki kişi geldi. Bunlardan biri “ona aramaızda hüküm ver, bu adam benim kardeşim, donsandokuz koyunu var. Buna rağmen benim bir koyunumu da almak istedi.” Dâvûd (as) bunun haksızlık olduğunu söyledi. Ancak bununla Allah’ın kendisi denediğini zannetti.

Dâvûd dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.

Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.” (Sâd 38/24)

Dâvûd’un (as) niçin böyle düşündüğünü Kur’an anlatmadığı için de biz bilmiyoruz. Bununla ilgili tefsir ve tarih kitaplarında anlatılanlar ya tahmindir, ya da muharref Tevrat’tan alınmadır.

Âyet onun Rabbine secde ettiğini ve bir hatası varsa da bağışlaması için O’na yöneldiğini, O’nun mağfiretine baş vurduğunu haber veriyor.

2-Süleyman (as);

Allah (cc) Süleyman’a (as) onun duası üzerine hiç kimseye verilmeyen mülk ve saltanat verdi.

Bir akşam üzere atları hakkında “ben, bunları, bana Rabbimi hatırlattığı için sevdim” dedi. Kur’an, bu haberin arkasından şöyle diyor:

Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra (tövbe edip bize) yöneldi.” (Sâd 38/34)

Doğrusu onun imtihanının ne olduğunu, niçin denendiğini, tahtının üstüne bırakılan cesedin ne anlama geldiğini Kur’an açıkça söylemediği için kesin bir şekilde mümkün değildir.

Bunu konuda da tefsir, kısas-ı enbiyâ ve tarih kitaplarında anlatılanlar ya tahmin, ya israiliyyât, ya da uydurma rivâyetlerdir.

Allah’a tevekkül etmeyi unuttuğu için, ya da Allah yolunda savaşacak çocuklar istemesine rağmen inşaallah demeyi unuttuğu için... Kaynaklara göre sakat bir çocuğu doğdu ve öldü (Buhârî, Enbiyâ/40. Müslim, Eyman/23). Tahtına bırakılan ceset o çocuktu.

Ancak bu rivâyetler her ne kadar en önemli hadis kitaplarında geçse bile İslâm’ın nübüvvet inancına uymaz.

3-Şuayb (as);

Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum.

Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir.

Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hûd 11/88)

Şuayb (as) bir peygamber olarak görevini yapmaya çalıştığını ama başarının Allah’ın dilemesiyle gerçekleşeceğini ifade ediyor. Buna göre tevekkül uyuşukluk, gevşeklik, bir şey yapmadan başarı beklemek değildir. Bütün güçlüğüne rağmen gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra, emeklerin karşılığını vereceğine inanılan Allah’a güvenip dayanmadır, O’ndan ümit etmektir.

Şuayb mü’minlere ne güzel yol gösteriyor: “Ben sadece O’na tevekkül ederim ve sadece O’na yönelirim...”


4-İbrahim’in (as) yanında olanlar;

İbrahim’in (as) yanında iman edenlerde, müslümanlar için güzel bir örnek vardır. (Mümtahıne 60/4, 6) Zira onlar puta tapan, bâtıl itikatların peşine giden dalâletteki kavimlerine ve onların başındaki zalimlere;

Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” diyebildiler.

Dahası onlar şöyle dediler:

... Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bir deneme konusu yapma. Bizi bağışla ey Rabbimiz. Çünkü kudret ve hikmet sahibi Sensin.” (Mümtehıne 60/4-5)

İbrahim’in (as) davetine kimlerin uyup müslüman olduğunu bilmiyoruz. Âyette “onun yanında olanlar” denilenler bu mü’minler ve aile fertleri olabilir. (Allahu a’lem)

Onların “Yarabbi Sana yöneldik, hem de bütün benliğimizle”, “Sana döneceğimize de inanıyoruz” demeleri örnek olarak gösteriliyor. Bu “mü’minler siz de böyle olun” mesajıdır.

5-Muhammed (as);

İnsanlardan bazıları öteden beri Allah’a rağmen tanrı anlamında, kendilerine yardım edecek veliler bulurlar. Halbuki Allah’tan başka el-Veli, dost, yardımcı, sahip yoktur. İnsanları yaratan da, öldürecek olan da, hesaba çekecek olan da O’dur.

Böylelerine veya bütün insanlara, müslümanlara hitaben deniyor ki:

Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.” (Şûrâ 42/10)

İlk cümle Rabbimize vaya arkasından gelen ifadeden hareketle Rasûlüllah’a ait olabilir. (Allahu a’lem)

İnsanların din, kitap, peygamber, sorumluluk, kulluk, değer ölçüleri, hayatın anlamı, ölümden sonra diriliş gibi hakikatler üzerinde, eskiden beri tartıştıkları, herkesin, her hizbin, her din mensubunun bir şey dediği konularda kesin ve son hüküm Allah’ındır.

Burada sanki Peygamber’in teslimiyeti bir tebliğ gibi Kur’an’ın muhataplarına sunuluyor.

İkinci cümle birincinin devamı gibi... “İşte bu son sözün, kesin hükmün sahibi benim Rabbimdir. Ben, uyduruk velilere (tanrılara) değil, yalnızca O’na tevekkül ederim. O’nun izniyle görevimi yapmaya çalışır, sonucu O’na bırakırım, her konuda O’na güvenip dayanırım.

Ve O’na imanın ve tevekkülün gereği olarak yalnızca O’na yönelirim.”


-Allah (cc) kendisine yönelenlere hidâyet verir;

Lanet; Allah’a –hangisi olursa olsun- verdikleri sözü bozanlar, Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar, yeryüzünde fesat çıkaranlaradır.

Allah (cc) –insanların hak etmelerine göre- dilediği kimse için rızkı bollaştırır, dilediği kimse için daraltır. Hayatı sadece dünyalık zannedenler kısacık hayatlarıyla övünürler. Onlar, âhiretin yanında dünya hayatının geçici, değersiz bir geçimlik (meta’) olduğunu bilmezler. (Ra’d 13/25-26)

İşte Allah’tan gelen hakikati kabul etmeyen, âhirete inanmadıkları için dünya hayatının zevkini tercih eden;

İnkârcılar diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.” (Ra’d 13/27)

Bu, öteden beri hakikati yalanlayanların bahânesidir: Elçiden mu’cize istemek... Hoş mu’cizeyi görseler de inanmazlar ya...

Halbuki müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen elçilerin ve Son Elçi’nin görevi olağanüstülükler sergilemek değil, kendilerine vahyedileni muhataplarına ulaştırmak, hakkı ve bâtılı göstermek, kime ve nasıl kulluk edileceğini öğretmektir.

Mucize talebi, hidâyeti bulmak değil; hak davetten yüz çevirmek, alay etmek için bahânedir. Burada eksik olan şey, inkârcıların doğruyu, hakkı, hidâyeti bulma arzularının olmamasıdır.

Tercihini bâtıldan, inkârdan, şirkten, kötülükten, sapıklıktan yana kulllananları Allah zorla hidâyete erdirmez.

Bilakis O (st), kullarını kendi iradelerinde serbest bırakır. Kim de samimiyetle kendisine yönelirse (inâbe ederse), gönderdiği dini, yani hayat biçimini, O’na kulluğu tercih ederse, onu da hidâyete erdirir, hidâyetin imkanlarını artırır.

Bu gerçek bir başka âyette şöyle ifade ediliyor:

Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (hakikat), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi.

Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.” (Şûrâ 42/13)


-Allah’a yönelenlerin yoluna uyulur;

Allah (cc) mü’minlere hem Allah’a yönelmelerini (Zümer 39/54),

hem de kendisine yönelenlerin yolunu izlemelerini emrediyor.

Allah (cc) insana anne-babasıyla ilgili; “Ey insan anne-babana teşekkür etmelisin (minnet duymalısın)” dedikten sonra;

Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi Bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy.

Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim” (Lukman 31/14-15)

Kur’an anne-babaya iyi davranmayı, iyilik etmeyi, şükran duyguları taşımayı emrederken, iman eden bir mü’mine; İslam dışı, yani şirk inancı kabul etmesini isterlerse o mü’min onlara bu konuda itaat etmez.

Onların yoluna değil, Allah’a yönelenlerin yoluna, hidâyet yoluna uyar.

-Âyetlerden Allah’a yönelen ibret alır;

Kur’an, Allah’ın vahdaniyetini, yüceliğini, kudretini, hakimiyetini gösteren delillere, isbatlara, işaretlere ‘âyât-âyetler’ diyor. Bunlar yerde, gökte, insanda, canlı ve cansızlardadır.

Kur’an’da bu örnekleri verip muhatapların bunların üzerinde düşünmelerini, akletmelerini istiyor. Zira eserden müessire misâli, bu âyetler üzerinde düşünenler, onların sahibine ulaşırlar.

Bu âyetler belge, delil, isbat olmanın yanında hepsi Allah’ın kudretinin, izleri, alâmetleri, işaretlerdir.

O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O’na yönelen, düşünüp ibret alır.” (Mü’min 40/13)

Kur’an, yerin ve göğün düzenini hatırlattıktan sonra, bu gibi âyetlerde Allah’a yönelenler için ibretler olduğunu açıklıyor. (Bkz: Sebe’ 34/9. Mü’min 40/13. Kâf 50/8)

Evet, âyetler üzerinde ancak Allah’a yönelen (inâbe eden) kimseler tefekkür, tezekkür eder, ibret alır, gerekli dersleri çıkarır.

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.