Selahaddin Çakırgil

‘Kemalist’ generaller, tıpkı  M. Kemal’in usûlünce yargılanmayı da isteyebilirler mi?

7 Eylûl günü, Ergenekon Yargılaması çerçevesinde, birçok ünlü em. generaller de bir yılı aşkın hazırlık  merhalelerinden sonra yargı önüne çıkarıldılar..
Bu durum, TSK tarihinde, suçları İran- Türkiye sınırında hayvan kaçakçılığı yapmaktan ibaret olan 33 vatandaşı, sırf başkalrına gözdağı olsun diye, Van-Özalp’ta 1943’te kurşuna dizdiren ve ancak 1949-50’lerde idâm talebiyle yargılanırken, cezaevinde eceliyle ölen Org. Mustafa Muğlalı örneğinden sonra, bu sahadaki ilk örnek olması açısından oldukça ilginç..
Ki, yine de, bu ilk duruşmaya, ünlü em. generallerin bazıları katılmadılar; hasta oldukları veya hastalık iddiasıyla duruşmalardan muaf tutulmalarını dile getirdiler, avukatları aracılığıyla..
Kim bunlar?
Dünün anlı-şanlı generalleri.. Kimisi, dünlerde Jandarma Gen. Komutanı, kimisi I. Ordu Komutanı, kimisi MGK Genel Sekreteri.. Kimileri, TSK’nın en önemli istihbarat birimlerinin en üst sorumluları.. Ve henüz yargı önüne getirilmeyenler de cabası..
Bu paşalar, 8-10 yıl önce, Meclis’in, ‘Bizi Susurluk Dâvası konusunda bilgilendirir misiniz, lûtfen..’ şeklindeki yalvarmalarına bile aldırmayan ve tafra satan anlı-şanlı generallerin günümüzdeki uzantıları.. 
Gelinen nokta, beklentiler ötesi bir gelişme olarak bile nitelenebilir..
Ve amma, bu ülkenin o anlı şanlı generallerinden nicelerinin nasıl bir insan ilişkisi oluşturdukları, mahkeme kararıyla dinlenen ve teknik dinlemeye takılan telefon konuşmalarında, birbirleri hakkında bile nasıl tuhaf  ‘iltifat’lar yağdırdıkları görülmedi mi?..
Gen. Kur. eski başkanlarından em. Org. Hilmi Özkök darbe heveslilerinin arzularına uygun davranmadığı ve bir defasında da oruçlu olduğu anlaşıldığı için, em. Org. Hurşit Tolon tarafından, -teknik dinlemeye takılan bir konuşmasında-, ‘orduyu bir mollanın komutasına terkederseniz, işte böyle olur..’  diye hayıflanışını gördüğünüzde, hayret etmekten kendinizi alamazsınız.. Evet, Hilmi Özkök bile, ‘molla’ olarak niteleniyordu..
Askerî üniformalı olanlar böyle de, nice anlı-şanlı akademisyenler farklı mı sanki..
Evvelki gün de, medyaya 6 Eylûl 09 günü yansıyan ve Ergenekon'un 3. iddianamesinin eklerinde yer alan iletişim tutanağına göre, YÖK eski başkanı Kemal Gürüz ile, -tıpkı onun gibi S. Demirel’e yakınlığıyla bilinen- eski diplomat ve siyasetçi M. Ali Bayar arasında geçtiği bildirilen ve teknik dinlemeye takılan bir telefon görüşmesinde; Bayar’ın, Gen. Kur. eski başkanı Büyükanıt için,  ‘p(....),  gerizekâlı, aptal’ gibi hakaret ifadeleri kullandığı, ‘Çankaya'dan yaverini niye geri çekmiyorsun, arkasında herifin yâver duruyor. (...) Şimdi böyle bir şey olur mu ya, geri zekâlı bu herif ya.. Bu Genelkurmay Başkanı olacak p(..), geri zekâlı.. Elimizi kolumuzu bağladı herif yani.. Vallahi Hilmi Özkök bunun kadar taca çıkmadı ha..(...) Parti kurduruyorlar, Aydın Doğan var bütün işin arkasında, Arzuhan Yalçındağ üzerinden yürüyor. 150 milyon dolar para vereceğim demiş Arzuhan...’ dediği belirtiliyor.. Ve daha da çirkini, bu sözlerden sonra, Bayar’ın, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan-Yalçındağ Hanım hakkında en galiz küfürleri savurduğu görülüyor, kayıtlar öyle.. Ki, tekrarı, noktalı olarak bile yazılamıyacak çirkinlikte..
Ve aynı tutanaklara göre, Gürüz’ün de, Büyükanıt’ın eşi için acaib laflar ettiği anlaşılıyor.. Ki, bunlar, güyâ, yüksek tahsilli, memleket idaresinde yüksek makamlara gelmiş kimseler..
‘Tahsil cehaleti giderir, ..şeklik bâki kalır..’ diye boşa denilmemiş..
*

Daha önce de Büyükanıt, ‘em. Org. Şener Eruygur’un kendisini bertaraf edip, Genelkurmay Başkanı olmak için entrikalar kurduğu şeklindeki ididalara asla ihtimal vermediğini ve amma bu yöndeki bazı beyan ve belgelerle karşılaşınca işin ciddiyetini anladığını’  söylemişti..
Eruygur’un hanımına nisbet olunan ve alan dinlemesiyle elde edildiği açıklanan bir  konuşmasında, ‘Biz Ankara Orduevi’nde idik.. Sabahın erken saatlerinde iki albay gelip, komutanım, bir ifadenize başvurmak için.. diye kendilerini alıp götürdüklerinden, bunun öncesinde ne bir işaret, ne bir mesaj, ne bir telefon, ne bir bilgilendirme; hiçbir şey yapılmadığı’ndan yakınıyor ve TSK, koskoca orgeneraline sahib çıkamadı.. Ne olduysa, her şey, o Dolmabahçe Görüşmesi’yle değişti.. O görüşmeden önce, bize, sivillerinizi giyip Cumhuriyet mitinglerine katılınız diyen Yaşar Paşa, ondan sonra, katılmama emri verdi..’  diyordu. (‘Dolmabahçe Görüşmesi’nden maksadın,  TSK tarafından, Hükûmet’e başkaldırma ve tanımama mânasında yayınlanan ‘27 Nisan 2007 e-Muhtırası’ sonrasında, Başbakan Erdoğan’ın, alışılmamış bir davranışla inisiyatifi ele alıp, Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye çağırıp yaptığı, muhtevası açıklanmayan görüşme olduğunu hatırlayalım..)
*

Otomatik olarak ‘saygın’ olan kişiler, nasıl yargılanabilir?

Bu ‘ErgenekonYargılamaları’ndan bir şey de çıkmayabilir.. 
Çünkü yargılananlar, düne kadar mevcud kemalist/laik düzenin temel taşlarından idiler ve hâlen de ordu içindeki bir takım dayanak noktalarının olduğunun görüntüleri zaman zaman ortaya çıkıyor..  Öyle bir ordu ki, siyasî iktidarın şekillenmesinde, (hele de Sultan I. Selim’in babasını ve kardeşlerini iktidardan safdışı ettiği 1510’lardaki gelişmelerden itibaren etkisinin  daha bir ortaya çıktığı üzere) son 500 yıl boyunca hep hesaba katılmasını gerektiren bir hukukdışı realite..
Yani, sosyo-kültürel bir acı tortu olarak, daima karşımızda..
Ve şimdi söylenmekte olan nedir?
Koskoca generaller, koskoca prof.lar, rektörler,  o kadar siyasetçi veya yazar-çizer takımı,  bu ‘saygın kişiler’ hiç ‘adî’ suçlular gibi yargılanabilirler mi?. Üstelik bunların hepsi de ‘kemalist..’  Kemalist olanlar nasıl yargılanabilir?
Aslında ise, bütün mes’ele de ‘kemalizm’de düğümleniyor..
Saygın kişiler yargılanamaz, çünkü onların suç işlemiyecekleri esas alınır..
Sanki bütün o darbeleri yapanlar, cinayetleri işleyenler, nice yolsuzlukları, yağmaları tezgahlayanlar, zorbalıkları siyaset sayanlar bu ‘saygın’ denilenlerin benzerleri arasından çıkmamış  ve yüksek tahsilli olmayan, alt sosyo-ekonomik kesimler potansiyel suçlu olarak görülmeli imiş gibi..
*

Evet, ‘kanunlar önünde bütün vatandaşlar eşittir’  lafına saf saf inanan bütün vatandaşlara düşündürücü bir ikazdır bu gelişmeler.. Kimlerin ‘daha çok eşit’ oldukları bir daha gösterildi..
Bu yargılamalarda suçlanan kişiler, sıradan veya az-biraz rejime ters bakan kimseler olsalardı, o zaman, onların nasıl yargılanacakları ve zindanlarda yıllarca nasıl süründürüldükleri görülürdü..
Bir taraftan, nice yakınlarının, babalarının, analarının, eş veya çocuklarının veya kardeşlerinin cenazelerine katılmalarına bile bırakılmayan veya ağır hasta oldukları halde, hastanelere kelepçelere götürülüp getirilen tutukluları hatırlayınız; bir de, 7 ay kadar tutuklu kalan generallerin hastalıkları gerekçesiyle, GATA’ya sevkedilmelerinin sağlanmasıyla ve oradan verilen acaib raporlarla tutuksuz hâle getirilmelerini.. Veya, hasta veya yaşlı oldukları gerekçesiyle serbest bırakılan nice prof.lar ve yazar-çizerleri..
Onlar illâ da tutuklansınlar, içerde çektirilsinler demiyorum.. Sözüm, yargının başka vatandaşlara da aynı ‘insanî’ anlayışla yaklaşmayışınadır..
*

Bu yargılamalar halkımıza da itiraz etme şuûru vermiş olmalı..


Kaldı ki, bütün bunlara rağmen, ‘Ergenekon Dosyası’ gereğince yargılananların ve tarafdarlarının yakınmalarından geçilmiyor, medyada..  
Hattâ, muhakeme esnasında mahkeme hey’etiyle sert tartışmalara giriyorlar, mahkeme hey’etini alaya alabiliyorlar..
Mahkeme hey’eti, ne kadar da soğukkanlı ve insanî davranabiliyor!. Halbuki, başka yargılamalarda, jandarma dipçikleri yetişirdi imdada..
Yargılamalarda gelinen bu merhalenin bütün yargılamalara da yansıması umulur..
Bu arada, konunun daha başka taraflarına da dikkati çekmekte fayda var..
Unutulmasın ki, 1950-60 arasında üç kez seçim kazanıp, ülkeye Başvekil olarak büyük hizmetler eden ve büyük halk kitlelerinin coşkun sevgi gösterilerine muhatab olan Adnan Menderes, 27 Mayıs 60 Askerî Darbesi sonrasında, bir düzmece mahkemede en zâlim usûllerle yargılanmış gibi gösterilip öldürülürken, geniş kitlelerden hiçbir itiraz sesi veya gösterisi yükselmemişti.
Benzer tepkisizlikler, 12 Mart 71, 12 Eylûl 80 ve 28 Şubat 1997 askerî müdahaleleri sonrasında da sergilenmişti..
Ama, halk kitleleri şimdi, gelişmekte olan hadiselerden yeteri kadar bir itiraz etme şuûru kazanmış olmalıdır.. Özellikle, A. Öcalanın en ağır suçlamalarla yargılanması ve sonrasında, tarafdarlarının geniş kitleler halinde ve gözükara bir şekilde ortaya koyduğu bağlılık ve dayanışma gösterileri, gelecekte bir askerî darbe yapmayı düşünecek olanları, bütün bir halk kitlesiyle karşı karşıya kalabilecekleri konusunda uyandırmış olmalıdır..
Kezâ, Ergenekon Dosyası gibi, suçlama dayanağında, iddianamesinde binlerce delili, belgesi derlenip toplanmış olan bir yargılama sırasında, yargılananların gösterdiği direnme ve tarafdarlarının medyadaki dayanışmaları, evet, geçmişteki askerî darbelerde sessiz kalmış olan kitlelere, gelecekte nasıl davranmaları gerektiğinin şuûrunu telkın edici mahiyettedir..
Bu bakımdan,  ‘kutsal yargı’  diye kitleleri karşısında eğilmeye zorlayan bir ‘adâlet’ anlayışının, nasıl bir güç dengeleri üzerine kurulduğunun halkımıza vereceği mesaj bile, büyük kazançtır..
*

‘İzmir Suikasdi’ ile Ergenekon arasındaki bazı benzerlikler, ve..

Bu vesileyse, şu son  ‘Ergenekon Yargılamaları’  sırasında, yargılananların daha çok, ‘kemalist-laik + ulusalcı’ diye nitelenen bir entrika kumkumasının içinde yer alanlar olması açısından, onlara bir teklifte bulunmak herhalde hoş olurdu..
Mesela..
Tıpkı M. Kemal’in yaptırdığı gibi bir yargılama usûlü..
Ve de, M. Kemal’in 15 yıllık bizzat ve 80 yıldır da kendisi adına, kendi görüş ve ideolojisine aykırı gördükleri hakkında uygulanmış olan fiilî yargı usûlü ile yargılanmalarını kabul edebilirler mi, acaba..
Küçük bir örnek.. ‘İzmir Suikasdi Yargılaması’nı..
M. Kemal’e yapılacağı ileri sürülen bir iddia üzerine Ankara’dan İzmir’e gönderilen İstiklal Mahkemesi’nin bir ay bile sürmeyen acaib bir yargılaması sonunda, (6’sı, yakalandıklarında  meb’us/ m.vekili olan, diğerleri de paşa veya albaylık gibi rütbelerde askerlerle sivillerden oluşan) 15 kişinin idâma mahkûm olup hükümlerin hemen yerine getirilmesini ve diğerlerinin de ağır cezalara çarptırıldığını hatırlayabiliriz...
Üstelik de o iddiayı doğrulayacak  ne bir mermi sıkılmıştı, ne de bir bomba patlatılmıştı..
Ve ilginçtir; o yargılamada da, nice anlı-şanlı paşalar da yargılanmıştı ve denilebilir ki, ‘paşalık’, o yargılamalarla bitmiş ve ‘generallik dönemi başlamıştı..
O zaman nice muhaliflerinin siyasî veya fizikî hayatlarıyla birlikte, paşalık kurumunu da tarihin dehlizlerine gönderen o yargılamaların bir ismini zikretmek bile, yeter de artar.. Birinci Dünya Savaşı’nın Şark (Doğu) Cebhesi Kumandanı ve ordularını taa Baku’ya kadar ulaştırmış bulunan Kâzım Karabekir Paşa ve anlı-şanlı nice generaller..
*

Bizler ki, 2. Abdulhamid’in baskıcı döneminin hikayeleriyle yetiştirildik, sürekli..
Ve de, M. Kemal’in baskıcılığının sözünün bile edilmediği bir ‘devr-i dilârâ’y-ı cumhûriyye’de (gönüller açan Cumhûriyet devrinde) yaşadığımızın minnetli ve köleleştirici ve hattâ ‘putlaştırıcı’ eğitimleriyle..
Tabiî, 2. Abdulhamid’in  600 yıllık bir sistemin yokoluşunu engellemek isterken, bir takım sert tedbirler almasının mantığı düşündürtülmemiştir, ama, M. Kemal’in yeni bir rejim kurarken, dârağaçlarının gölgesindeki ve karşısına çıkan her engeli, ‘Bu iş behemehal tatbik olunacaktır.. Amma, ihtimal ki bazı kelleler koparılacaktır..’ diyerek aşması bile zihinlere alkışlattırılarak ve hayranlık uyandırılarak nakşedilmiştir..

Burada, bir örnek olarak zikrettiğim ‘İzmir Suikasdi’ iddiasının anlatacak değilim, uzun uzadiye.. Sadece, günümüzdeki işbu ‘kemalist- laikler’in, iktidarda olsalardı, kendilerine karşı bir takım darbeci- suikasdçi eylemler için değil, hattâ muhalif  düşünce taşıyanlar için bile; tıpkı  İzmir Suikasdi iddiası üzerine nasıl korkunç bir kan içicilikle gidildiyse, aynı mantıkla gitmekte asla tereddüd  etmiyeceklerini ve bunu kemalistliklerinin bir şânı olarak göstermek isteyeceklerini de tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekir..
*

Ki, ortada doğru-dürüst hiç bir belge ve tezgahlanmış hiçbir eylem yokken bile..
M. Kemal’in bizzat tayin ettiği İstiklal Mahkemesi Başkanı (o zaman halk arasında Kel Ali diye ünlü olan ve soyadı kanunundan sonra Büyük Şef’i tarafından Çetinkaya diye de ayrıca taltif olunan) Ali Bey’in, açıkça, ‘Ben ceza ve hükümlerimi şahsî kanaatimle veririm..’  diyerek yaptığı ‘kemalist’ yargılama usulünün kendilerine de tatbikini, işbu ‘kemalist’ler niye istemezler ki?
*

Hiçbir ciddî delil yokken ve bir mermi veya

bir bomba bile patlamamışken, yığınla idâmlar..

Kaldı ki, ‘İzmir Suikasdi’ iddialı dâvada. Savcının 8-10 yıl hapsini sitediği sanıklar bile idâma mahkûm edilmişler ve hükümler hemen o anda infaz olunmuştur.. Bütün bu iddianın ortaya atılışı ve delillerin toplanışı ve muhakemenin yapılıp idâmların infazı,  1 ayı bile buılmamıştır..
İdâm edilenler de öyle sıradan kişiler değildir.. İzmir meb’usu Şükrü Bey, İstanbul meb’usu İsmail Canbulat Bey,  Eskişehir meb’usu Ârif Bey, Saruhan Meb’usu Âbidin Bey, Sivas meb’usu Hâlis Turgut Bey, Erzurum meb’usu Rüşdî Paşa, Lazistam meb’usu Ziyâ Hurşit (o zaman Lazistan, Kürdistam gibi ismlendirmelerden korkulmuyordu henüz..), Trabzon eski meb’usu Hâfız Mehmefd Bey, eski İttihadçı nâzır (bakan)lardan Kara Kemal Bey, Ankara eski Valisi Abdulkadir Bey,  Sarı Edib Bey, Albay Râsim ve diğerleri..
İttihadçıların ünlü Maliye Bakanı Câvid Bey de orada 10 yıl sürgüne mahkum edilecek ve amma Ankara’ya götülüp, orada yapılan yeni ve kısa bir yargılama sonunda idâm olunacaktır.. Çünkü Kel Ali’nin, yakınlarına, çok önceden, ‘Cavid’i asacağız...’ dediğinin hâtırat notları tarihin sayfalarındaki yerini almıştır.. Kezâ, ünlü İttihadçılardan Dr. Nâzım da (ki, Adnan Menderes’le aynı ailenin damadıdır..) Câvid Bey’in âkıbetini paylaşacaktır.. 
10 yıl sürgüne mahkûm olan diğer 9 meb’us/milletvekili arasında ise, başta (Birinci Dünya Savaşı’nda, deniz muharebelerindeki kahramanlıklarıyla Hamidiye Kahramanı diye ünlü Rauf  (Orbay) Bey,  Dr. Adnan Adıvar ve Erzurum milletvekili Huseyn Avni (Ulaş) Bey gibi isimler göze çarpmaktadır..
Karabekir Paşa gerçi beraet eder (ettirilmek zorunda kalınır) ama, M. Kemal’in ölümüne kadar 13 yıl boyunca evinde gözhapsinde tutulur..
Ve tarihin külleri altından bugün daha iyi anlaşılmaktadır ki, o İzmir Suikasdi davası,  Kâzım Karabekir Paşa ve arkadaşlarının gücünü daha bir kırmak için de düzenlenmiş bir büyük komplo idi.. 
Çünkü, Karabekir PaşaTerakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ diye bir fırka kurmuştu; M. Kemal’in kendisini  c. başkanı seçtirmesine rağmen liderliğini bırakmadığı Cumhuriyet Halk Fırkası’na rakib olarak.. Karabekir Paşa, yapılan ve yapılmak istenenlerin pek çoğuna  karşı ve halk nezdinde itibarı çok yüksek idi.. Ve bu fırka kapatıldığı ve dârağaçları çalıştırıldığı halde, halkın Karabekir Paşa’ya itibarında bir azalma olmamıştı..  
O halde bu gücün kırılması gerekti..
Ve, 18 Kasım 1922 tarihinde Meclis’te, ‘Türkiye’nin vazifesi  makaam-ı hılafeti kurtarmaktır,  bu bizim için bir dâva’y-ı mahsusdur.. Hılafet makamının kurtarılmasına çalışmak bizim için en hayırlı bir dâvadır...Bizim için bu dava, bizi âlem-i İslam nazarında fevkalâde takviye eden bir mes’eledir.. Bunu sarsmak doğru değildir.’ diye konuşan  M. Kemal gitmiş ve yerine, Lozan’da dikte olunan programları uygulamaya başlayan bir M. Kemal gelmişti..
*

‘Kemalist-laik’ler hemen bütün temel hedeflerini

komplolar tezgahlayarak sahnelememiş midir?

M. Kemal bunu daha sonra ‘Nutuk’unda şöyle dile getirecektir:
‘Cumhuriyet kelimesini telaffuzdan daha içtinab edenlerin (kaçınanların) Cumhuriyet doğduğu gün boğmak isteyenlerin, teşkil ettikleri fırkaya  Cumhuriyet  ve hem de (Terakkiperver Cumhuriyet) unvanını vermeleri, nasıl ciddî ve ne dereceye kadar samimî telakki olunabilir?  (...)... fırka muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı, belki mânası olurdu.. Fakat, bizden daha ziyade cumhuriyetçi ve bizden daha ziyade terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları, bittabi’ doğru değildi..
‘Fırka, efkâr ve itiqâdât-ı diniyeye hürmetkârdır..’ düsturunu bayrak olarak eline alan zevattan  hüsn-i niyet intizar olunabilir miydi? (... ) Türk milleti, asırlardan beri, nihayetsiz felaketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar istilzam eden mülevves bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sevkolunmamış mıydı?  (...)Yeni fırka, ‘efkâr ve itiqâdât-ı diniyeye hürmetkarlık’ perdesi altında, (biz Hılafet’i tekrar isteriz, biz yeni kanunlar istemeyiz, bizce mecelle kafidir; medreseler, tekkeler, câhil softalar, şeyhler, müridler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz.. Çünkü Mustafa Kemal’in fırkası Hılafet’i lağvetti.. İslamiyeti rahnedar ediyor.. Sizi gavur yapacak.. Size şapka giydirecektir) diye bağırmıyor muydu? (... ) Bu gibi formülleri  nizamnâmelerine  idhal eden kimseler, memlekete müteveccih, şahıslarımıza müteveccih suikasdlerden bihaber kabul edilemezler! (...) Ne oldu efendiler! Hükûmet ve Meclis  fevkalâde tedbirler almağa lüzum gördü.. Taqrir-i Sukûn Kanunu çıkardı.. (...) Terrakkiperver Cumhuriyet Fırkası denilen muzır teşekkül-i siyasîyi seddetti (kapattı).
Netice, bi’ttabi’ Cumhuriyet’in muvaffakiyetiyle tecelli etti, âsiler imha edildi.. Fakat Cumhuriyet düşmanları, büyük komplonun safahatı hitam bulduğunu kabul etmediler. Namerdâne, son teşebbüse giriştiler. Bu teşebbüs, ‘İzmir Suikasdi’ şeklinde tezahür etti Cumhuriyet mahkemelerinin qahhar (kahredici)  pençesi, bu defa da, cumhuriyet’i suikasdçilerin elinden kurtarmağa muvaffak oldu.. (...)
*

Yetmez mi bu kadar..
O halde, soruyu tekrarlıyalım..
Bugünün ‘kemalist’leri de Cumhuriyet’ rejimine karşı darbe ve entrikalar hazırladıklarına dair 7 bin sahifeyi aşan bir iddianamedeki binlerce delil ve belgeye dayanılarak, M. Kemal’in yargılatma usûlüne göre yargılanmayı kabul edebilirler mi?
*

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.